Bazı siyasetçiler, Müslümanlardaki geri kalmışlığın ve fakirliğin nedenini tek parti liderleri gibi birinin olmayışına bağlıyor. Bu sözün ciddi hataları var. Öncelikle buna değinip gerçek sebepleri izah etmeye çalışalım.
Tek parti yani CHP yöneticilerinin ekonomi politikası olarak devletçiliği esas almış bu arada gayrimüslim vatandaşların özellikle Yahudilerin semirtildiği özel sektöre de destek olmuştur. Karma ekonomik model diyeceğimiz bu yöntem ülkelerin iliklerini kurutan zenginleri daha zengin fakirleri ise daha fakir yapan bir ekonomik yapılanmadır.
Bununla birlikte CHP, ekonomiden ziyade siyasete önem vermiş rakiplerini bertaraf etme mücadelesine girişmiştir. Ülkede taş üstüne taş konulmadığı gibi rakip olarak gördüğü milli mücadele liderleri başta olmak üzere baş üstünde baş da bırakmamıştır. “İhtimaldir ki bazı kelleler kesilecektir” sözü bizzat Meclis Başkanına aittir.
1938 yılına kadar dünyada çok güçlü bir sanayi devrimi yaşanırken Türkiye’de girişimcilerin önü kesilmiş hatta cezalandırılmıştır.
Demirağ örneği ortadadır.
Benim ilkokul yıllarımda Türkiye’deki sanayi tesislerinin sayısı iki elin parmakları ile sayılacak kadar azdı. Hatta bunu imtihanlarda soru olarak soran öğretmenler, ne kadar geri bırakıldığımızı anlayamayacak kadar ideolojik sistemle yetiştirilmiştir. Bu dönemde fakirlik arttığı gibi halk canından bezdirilmiştir.
Ekonomide tek başarılı konu demiryolları sayılabilir; bunun da çoğu Osmanlı’dan kalmadır. Denizcilik ise tamamen çökertilmiş üç taraftan denizlere açılan Türkiye, birkaç tane koster ile yoluna devam etmeye çalışmıştır. Kısaca ekonominin can damarları tıkanmış ülke fakirleştirilmiştir. İşin kötüsü bu gerçekler rakamları ile ortada iken tek partinin yani CHP’nin zaferi olarak hala pişirilip piyasaya sunulmaktadır. Allah ıslah etsin…
Müslümanlardaki geri kalmışlık ve fakirliğin nedenleri ise öncelikle zalim diktatörlerin işbaşında olması ve aşağıdaki diğer nedenlerdir. Sömürgeci Batı ülkeleri bağımsızlıklarını tanırken daima kendileri ile işbirliği yapacak yöneticileri işbaşına getirmiş Müslüman devletlerin; ayakları üzerine dikilmesini önlemek için ellerinden gelen her türlü gayreti göstermişlerdir. Türkiye’de İngiltere’nin yaptıkları apaçık ortadadır. Lozan anlaşması ile ülkenin can damarları tıkanmış sözde bağımsızlık tanınmıştır. İşin ilginç tarafı Türkiye’nin egemenlik haklarının sık sık ihlal edildiği bu anlaşmayı hala “başarı” diye öne çıkarmaya çalışan zavallılar bulunmaktadır.
Şimdi gelelim İslam ülkelerinin bir kısmındaki fakirliğin nedenlerine. Bu nedenler 3 yüzyıldan fazla bir zamanda hala geçerliliğini sürdürmektedir. Dikkatle incelenmesi gerekir. Geçim yani maişet için geçerli ve tabii üç yol vardır. Bunlar:
1. San’at (Profesyonel Meslekler: Avukatlık, Mühendislik, Esnaflık vs.)
2. Ziraat (Çiftçilik ve Hayvancılık)
3. Ticarettir. (Tüccarlık, Bir Kısım Hizmet Sektörü, Gemicilik vs.)
Bediüzzaman Münazarat isimli eserinde bu konuya açıklık getirerek devlet kapısında dilencilik manasında olan memuriyetin ülkemizin gelişmesinde ne derece olumsuz etkisi olduğunu ifade etmiştir. Şöyle söylemiştir:
“Biz, gayr-ı tabiî ve tenbelliğe müsaid ve gururu okşayan imaret (emirlik=yöneticilik) maişetine el atıp, belamızı bulduk… Gayr-ı tabiî ise, memuriyet ve her nev’iyle imarettir. Bence imareti, ne nam ile olursa olsun, medar-ı maişet (geçim vasıtası) edenler bir nevi cerrar ve aceze ve seeledir (dilencidir). Fakat hilebaz kısmında… Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir. Yoksa yalnız maişet ve menfaat için girse, bir nevi çingenelik eder. İşte memuriyet filcümle ve askerlik bilcümle bizde olduğu için, servetimizi israf eline verip neslimizi etrafa saçıp zayi’ ettik. Eğer öyle gitse idi, biz de elden giderdik”.
Burada memuriyet ve askerliğin ancak vatana hizmet ve hamiyet için yapılabileceğini fakat asla para kazanmak amacı ile yapılmaması gerektiğini ifade etmektedir. Eğer bir insan para kazanmayı öncelikli olarak düşünüyor ise yapılması gereken devlet memurluğuna girmek değildir. Bunun için doğal ve fıtri olan yol ticaret (ki hadiste rızkın yüzde doksanının ticaretten kaynaklandığı ifade edilmiştir), sanat ve ziraat olduğu anlatılmaya çalışılmıştır.
Bediüzzaman yine bu eserinde ve diğer başka kitaplarında Müslümanların üç büyük düşmanını şöyle belirlemiştir. Bunlar:
1. Cehalet
2. Zaruret (fakirlik olarak ele alınabilir)
3. İhtilaf (menfi ihtilaf yani ittihad yerine düşmanlık) olarak tespit edilmiştir. Eserlerinde teşhisin yanında tedavi yöntemlerini dahi ortaya koyan Bediüzzaman şu hususlarda gayret edilmesi ve icraat yapılması gerektiğini ileri sürmüştür.
Cehalete karşı “Eğitimi”; Zaruret denilen fakirliğe ve geri kalmışlığa karşı: “Temel meslekler” yani “ziraat, ticaret ve sanatı” tavsiye eder, İhtilafa karşı ise “İttihadı” esas tutar.
İşte bu kaide ve kurallara uyulduğu takdirde ekonomik bağımsızlık sağlanmış olur. Batılılar Müslüman ülkelere hala düşman nazarı ile bakmakta ekonomik olarak gelişmemize mani olmak için ellerinden gelen bütün gayreti göstermektedir. İşte yukarıda saydığımız bu maddelere uyar isek önümüzdeki engelleri kolaylıkla aşabiliriz. Peki, bu engeller nasıl aşılacaktır? Bunları bir başka yazımıza erteleyerek şimdilik nihayet verelim, vesselam….