Hayat her zaman için iniş ve çıkışlarla doludur. Mutluluk sorunsuz bir hayat değil, sorunlarla başa çıkabilme yeteneğidir. Mutluluk ulaşılması gereken yer değil, gidilen yoldur. Olumlu düşünmek ve kusurlara değil, güzelliklere, soruna değil, çözüme odaklanmak gerekir. Mutluluk bize çok yakın olabildiği kadar çok uzak da olabiliyor. Aslında mutluluk uzaklarda değil, yakınımızda, bizim içimizde. Sahip olduğumuz imkânların farkında olabilirsek eğer mutlu oluruz. Elimizdeki imkânlara “yok gözüyle” değil de “var gözüyle” bakmayı başarabildiğimiz zaman, elimizde neler olduğunu görürüz ve bu imkânları bize nasip eden Yüce Allah’a çok şükür ederiz. İşte o zaman imkânlarda bir artış söz konusu olur ve mutluluğu yaşarız. Gerçek başarı ve mutluluk; inanç, ibadet ve ahlakî yaşayıştadır. İnanç ve güzel davranışlarla kişiler gelişir, olgunlaşır, ilkeli, tutarlı, dengeli, kararlı, sabırlı ve güçlü bir kişilik oluşur hem kendine, hem de başkalarına faydalı olur. Güzel davranışlar sergilemek; ferdi, ailevi ve toplumsal mutluluğu sağlar. Hem dünya hem de âhirette mutlu olabilmenin en önemli yolu, dünya ve âhiret dengesini kurmadaki başarımıza bağlıdır. Dolayısıyla dünya ve âhirette mutlu olmak için, yaşadığımız anı en güzel şekilde yaşamalıyız. O an, doğru olan ne ise, onu yapmalıyız. “(Ey mü’minler!) Onlara deyin ki: “Biz, Allah’a ve bize indirilen (Kur’ân-ı Kerîm’)e, İbrahim’e, İshak’a, Yakub’a, ve torunlarına indirilene; Musa ve İsa’ya verilenlere, diğer Peygamberlere Rableri tarafından verilen (kitab ve sayfa) lara iman ettik. Biz, onların hiç biri arasında (inanç yönünden) asla ayırım yapmayız. Biz, ancak O’na teslim/boyun eğen (Müslüman) larız.” (Bakara, 2/136) Bu âyette, Müslümanların özelliklerinden bahsediliyor. Allah’ın birliğine ve O’nun vahyettiği Kur’ân’a inanan, geçmişteki Peygamberlere de iman eden, Allah’ın Peygamberleri arasında asla ayırım yapmayan, Allah’a ve onun yasalarına/şeriatına teslim olan insanların Müslüman diye isimlendirildiği anlaşılıyor. Müslüman, kayıtsız, şartsız, sorgusuz, sualsiz Allah’a teslim olan insana denir. Teslimiyet, imanın bir gereğidir. Allah’a teslim olmak, O’na kulluk etmek, O’na güvenmek, yalnız O’ndan yardım istemek ve yalnız O’nun rızasını kazanmak için çalışmaktır. Teslimiyetin en güzel örneğini, İbrahim (a.s.) ve İsmail (a.s.)’da görüyoruz. İbrahim (a.s.) ne dedi? “Rabbi ona: “(Hakka) teslim ol! Buyurduğunda o da: “Âlemlerin Rabbine teslim oldum.” dedi. (Bakara, 2/131) Böylece İbrahim (a.s.), bütün benliği ile tevhid çağrısına boyun eğmiş, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim olmuştu. Bunun aksine hiçbir varlığı yüceltmemişti. Böylece, bir tevhid önderi olmuştu. İbrahim (a.s.), oğlu biraz büyüyüp belirli bir yaşa gelince, bir rüya gördü. Rüyasında oğlunu Allah’a kurban ediyordu. İbrahim (a.s.), rüyasıyla ilgili olarak oğlu İsmail (a.s.)’a dedi ki: “Ey yavrucuğum, doğrusu ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Artık bak, ne düşünürsün.” (Saffat, 37/102) İsmail (a.s.), buğulu ve anlamlı gözlerle babasına baktı. Biliyordu ki, babası bir Peygamberdi ve Allah’ın emriyle hareket ediyordu. Telaş etmedi, muhalefet etmedi, babasına soru sormadı, irdelemedi ve tereddüd etmedi. “Ey babacığım! Emredildiğin gibi yap. İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın.” dedi. (Saffat, 37/102) İbrahim (a.s.) ve İsmail (a.s), sıdkın, teslimiyetin ve sadakatin en güzel örneğini sergilediler. Böylece bizlere de örnek oldular.