Bir yılın tam tekmil bütün günleri, kalbimize basa basa geçti de 365. güne geldik. Kendimize söyleyeceğimiz bir sağlam cümleyi kurmaya çabalıyoruz. Başına ve sonuna hâkim olabildiğimiz, ömrümüz boyunca sahip çıkacağımız bir sahih cümle…
Hepimiz adına, miladımızı işaretleyen bir cümleyi Ayçin Kantoğlu Hanımefendi kurdu: “Yeryüzünde Gazze dışında her yer işgal altında, hepimiz işgal edildik.”
7 Ekim 2023’den bu yana her gün, Gazze’nin özgür, dünyanın geri kalanının tutsak olduğu hakikatine uyanmanın kahreden aralığındayız.
Bir yıldır Gazzeliler gözlerimizin taa içine bakıyorlar. Gözlerimizi kaçırmaya çalışıyoruz o bakışlardan. Gözlerimizi kapatsak da nafile! Ne yapacağımızı şaşırmış hâldeyiz.
365 günde ne değişti? Dünyada değişen bir şey yok. Ya bizde? Değişenleri alt alta toplasak… O toplam, bizi toparlamaya yeter mi?
Sınav kâğıdı
Sözleri birbirine eklerken bir susma anını fırsat bilip “Elimizden gelen budur!” diyerek kendimizi korumaya alma gayretinin yükü de taşınmayacak kadar ağır.
Yalnızca kendimizin duyacağı bir fısıltıyla tekrar edebilir miyiz bu cümleyi? “Elimizden gelen budur!”; bu mudur gerçekten? İnsan meydan yerinde bağırdıklarını, kendisi için fısıltıyla söylerken zorlanır. Çünkü o fısıltının dediği sadece sanadır. Söylediğin, kafanın içinde yankılanır durur. Hakikatin fısıltısıyla baş etmek zordur.
7 Ekim’den sonra bir yıl yaşadık. Onlar gençtiler, yeşildiler. Yaşlıydılar, bilgeydiler. Kadındılar, inceydiler. Çocuktular, çiçektiler. Ölümleri sayı olarak karşımıza çıktığında, matematik bilgimizden utandık. Nerede bir rakam görsek, silmeye davrandık.
Gazzelilere yakından bakmayı denedik. Sorduk: Biz neden onlara benzemiyoruz? Onlara bakınca neden şaşırıyoruz? Biz onların muhkem sabitliğinin neresindeyiz?
Sık sık ağlama hissine kapıldık. Kendimizi o hisse bırakıverelim istedik. Gözyaşlarımızın, bir Gazzelininki kadar samimi olup olmayacağını sorgulayınca vazgeçtik. Mahcup olduk. Hem ne kadar ağlarsak ağlayalım, sınav kâğıdı önümüzden kalkmaz ki!
Sorulardan bir dağ
11 yaşındaki Muhammed Durre, kendisine siper olan babasına soruyordu: “Baba bizi neden öldürmek istiyorlar?” Muhammed’i vuran alçaklar teşhis edildiğinde bu sorunun cevabı verilmiş olmadı. Uzadı bu soru, dünyayı dolaştı.
“Korkuyorum. Beni almaya gelmeyecek misiniz?” diye sordu altı yaşındaki kız çocuğu Hind. Yaralıydı. Yakınındaki herkes ölmüştü. Yalnızdı. Onu kurtarmaya giden olmadı.
“‘Gazze halkı açlıktan öldü!’ diye bir haber duymayı mı bekliyorsunuz?” diye soruyordu 11 yaşındaki kız çocuğu Rafah el-Mukayyed.
Herkesin payına hatırı sayılır bir parça düştü bu sorulardan. Kimse kaçamadı. O soru peşimizi bırakmadı. Cevapsız sorular çoğaldı. Gazze, sorulardan bir dağ oldu. O kadar yüksek ki; dünyanın her yanından görünüyor. Kaçış yok.
365 gün sonra bugün
Dünyanın hep ileriye gittiğini söyleyen tarih kitaplarını çöpe atabiliriz. Tumturaklı açıklamaları, basın bültenlerini, stratejik tavır alışları, iyi niyet gösterilerini, sabah akşam tekrarlanan temennileri duymazdan, görmezden gelebiliriz. Üniversitelerin “Uluslararası İlişkiler” bölümlerini kapatabiliriz. Birleşmiş Milletler binasının kapılarını sonuna kadar açıp, milletlerin evsizlerine yağmalatabiliriz.
Onlara ihtiyacımız kalmadı. Gazze öğretmen oldu bize. Sabrı, şükrü, tevekkülü, insanlık onurunu ve haysiyeti nerede bulacağımızı biliyoruz.