Ölüm Gerçeği

Ölüm bu dünyanın değişmez bir gerçeğidir. Nerede olursak olalım, hangi makamda bulunursak bulunalım, bir an gelecek ölüm vaki olacaktır.Ölüm ve sonrası Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde ifadesini bulmuştur: “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile.” (Nisa 4/78); “Her canlı ölümü tadacaktır. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz ve siz ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya 21/35); “Kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size mutlaka tastamam verilecektir.” (Al-i İmran, 3/185) Yüce Allah, bizleri bu dünyada ebedî olarak kalmak için değil, imtihan ve kulluk için yaratmıştır. İmtihanın neticelenmesi, insanın ölüm dediğimiz gerçeği tatmasıyla mümkün olacaktır. Ölüm de, hayat gibi Allah’ın yaratmasıyla meydana gelmektedir.

Ölüm, görünüşte hayatımızın sona ermesi, cesedin dağılması, bedenin yok olması gibi düşünülse de o, bizim için yokluk, hiçlik değil, bir rahmet, nimet ve ebedî âleme açılan bir kapı/penceredir. Hepimizi, ölümden sonra sonsuza dek sürecek olan ebedî bir hayat beklemektedir. Bu nedenle sevgili Peygamberimiz bizlere şu çarpıcı uyarıyı yapıyor: “Lezzetleri yok eden ölümü çok anın.” (Tirmizî, “Zühd”, 4) Mademki ölüm, hepimiz için kaçınılmaz bir gerçek ise, bizi yoktan var eden ve kendisine kulluk için yaratan Rabbimize gönülden iman ederek, ibadetle bir hayat geçirmeli ve her an öleceğinin farkında olarak ahirete hazırlık gayreti içinde bir ömür sürmeliyiz. Bu durumda ölüm ebedî mutluluğun müjdecisi olup bizi cennete götürecektir. Aksi halde ölüm bizler için azaba açılan bir kapı olacaktır.

Netice olarak, hayatımız iyi ve kötü yönleriyle bir imtihan alanıdır. Sonunda her birimiz Allah’ın huzuruna varıp hesap gerçeğiyle karşılaşacağız. Bu nedenle hesabını verebileceğimiz bir hayat yaşamak hedefimiz olmalıdır. Ölüm hayatın bir gerçeğidir. Her an ölüm gelebileceğine göre, ölüme hazırlıklı olmalı, Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından sakınmaya çok dikkat etmeliyiz. Çünkü Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Yaptığınız bütün işlerden muhakkak sorulacaksınız (hesaba çekileceksiniz).” (Nahl, 16/9); “Her kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” (Zilzal, 99/7,8) Hesap gününde hiçbir şeye itiraz etme hakkımız olmayacaktır. Zira karşımıza çıkacak olan kendi işlediklerimizden başkası değildir.

Yüce Rabbimiz bu konuda şöyle buyuruyor: “Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız. Oku kitabını, bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter.”(İsra, 17/13,14) Her insan zamanı gelince ölecek ve dünyada yaptıklarından hesap verecek, iyi işler yapmışsa mükâfatını; kötü işler yapmışsa cezasını görecektir. Ölümün insana ne zaman geleceği belli değildir. Deprem olduğunda ya da herhangi bir sebeple insan ölebilir. Neticede inansın veya inanmasın hiçbir canlının ölümden kurtulma imkânı olmadığına göre, ölüme hazırlıklı olmalı, hayatımızı imanla, ibadetle, güzel ahlakla geçirmeye çalışarak Rabbimizi razı etmeye çalışmalıyız. Bir hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Kıyamet gününde insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yere kımıldayamaz: Ömrünü nerede ve nasıl tükettiğinden, gençliğini ne şekilde yıprattığından, malını/servetini nereden kazanıp nerelere harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden.” (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 1)

İslam’ın prensiplerine uygun hareket eden, Allah’ın emrettiğini yapan yasak ettiklerinden uzak duran, insani değerlerle barışık yaşayan; içkiden, kumardan zinadan hileden, yalandan, iftiradan, fitneden, fesattan, kalp kırmaktan, devlet malına el uzatmaktan, rüşvet yemekten, cana, mala, namusa tecavüzden sakınan, hayatı boyunca insanlık için artı değerler üretme gayreti içinde olan, iman, ibadet ve güzel ahlaka önem veren insan, ölüme hazırlık yapmış demektir. Bu kimseler için ölüm, artık korkulacak bir şey değildir. Çünkü Peygamberimiz şöyle buyurur: “Ânî ölüm kâfir için gadab-ı İlâhi’nin bir yakalamasıdır, mü’min için de bir rahmettir.” (Ebû Dâvud, Cenâiz, 14) Görüldüğü gibi ölümden, Allah’a kulluk görevlerini yapmaya gayret eden mü’minler değil; Allah’a kulluk görevini yapmayan hevâ ve heveslerine göre yaşayanlar korkar. Yüce Allah şöyle uyarmaktadır: “İnsanların hesap verme günleri (ölüm) yaklaştı. Hal böyle iken onlar gaflet içinde (Allah’a kulluk yapmaktan) yüz çevirmektedirler.” (Enbiyâ, 21/1)

Ölüm bize hayatımız kadar yakın iken nefsimiz hâlâ bu gerçeği anlamakta zorluk çekiyor. Ölümü sık sık düşünmeliyiz. Ölümü düşünmek, kişinin iyi işler yapmasına, kötü işlerden sakınmasına sebep olur. Ölümü unutmak gaflet, ölümü hatırlamak uyanıklıktır. Nefis ise ölümü sevmez, onu hatırlamak istemez. Fakat ölüme çare yoktur. Ölümden ibret ve öğüt almayanın başkalarının nasihatinden etkilenmesi tabii ki zordur. Yakınları, tanıdıkları öldüğü halde ve ölüm hâdisesini birilerinin ölümüyle duyduğu veya gördüğü halde, hâlâ kendisine çeki düzen vermiyorsa, bu gafletten uyanmazsa böyle insanın sonu perişanlıktır. Merhum üstat Necip Fazıl Kısakürek bir şiirinde: “Ölüm güzel şey; budur perde ardından haber. Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?” demektedir.

Tabii ki, ölüm, mü’min için, ölüm ötesi için hazırlık yapanlara güzel. Yüce Allah bizleri şöyle uyarıyor: “Kim iyi bir şey yaparsa lehine kim kötü şey yaparsa aleyhine” (Câsiye, 45/15) Bir Müslüman bu dünyada yaptıklarından bir gün hesaba çekileceğini, büyük-küçük her yaptığından sorgulanacağını ve sonunda ya mükâfat ya da ceza ile karşılaşacağını bilir. Dolayısıyla Müslüman kişi kendine çok dikkat etmeli, iyi olanı yapmalı ve kötü olan şeylerden de sakınmalıdır. Ne mutlu dünya ve ahret saadeti için, İslamî anlayış, yaşayış içerisinde olmaya gayret edenlere!