Çok değerli yakınım Abdülkadir Yücelik hakkın rahmetine kavuştu. Kendisini bugün sonsuzluk alemine giden yolculuğa uğurladık. Allah makamını cennet eylesin. Bu vesile ile kaçınılmaz olan ölüm hakkında birkaç kelime etmek istiyorum. Kuran ve hadislerde, kalbimizi huzura kavuşturacak derecede açık bir şekilde ölüm hastalığına çareler sunulmuştur. Yeter ki kulak verelim. Muhammedül Emin (asm) adı verilen insanların medarı iftiharı şanlı nebi namaz sonrasında okuduğumuz hadiste bakın ne diyor? "Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir; O’nun hiçbir şeriki, ortağı yoktur. Mülk O’na ait, hamd; O’na mahsustur. Hayatı veren de O’dur, ölümü veren de O’dur. O, kendisine asla ölüm ârız olmayan ezelî hayat sahibidir.
Bütün hayır O’nun elindedir. O her şeye hakkıyla kadirdir. Her şeyin ve herkesin dönüşü de O’nadır.(Buharî, Ezân: 155) İşte şu tevhid yani Allah’ın birliğini ifade eden on bir kelimenin her birinde birer müjde vardır. Ölüme karşı da birer şifa ve o şifada birer manevi lezzet dahi bulunmaktadır. Ölümü, mevti veren de Allah’tır. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini değiştirir. Fani dünya hayatından alıp sonsuz bir hayata gönderir. İşte şu kelime, şöylece fâni insanlara bağırır, der ki; Sizlere müjde! Ölüm, idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, ebedi bir ayrılık değil, yokluk değil, tesadüf değil. Belki, bir Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, asli vatanımıza bir sevkiyattır.
Yüzde doksan dokuz ahbabımızın buluştuğu yere kavuşma için bir geçittir, kapıdır. Madem Allah var, her şey var. Ey biçare insan! Mezara göçtüğünüz vakit, "Eyvah, malımız harap olup çalışmalarımız hebâ oldu. Şu güzel ve geniş dünyadan gidip dar bir toprağa girdik" demeyiniz, feryat edip meyus olmayınız. Çünkü sizin her şeyiniz muhafaza ediliyor. Her ameliniz yazılmıştır. Her hizmetiniz kaydedilmiştir. Hizmetinizin mükâfâtını verecek ve her hayır elinde ve her hayrı yapabilecek bir Zât-ı Zülcelâl sizi celb edip yeraltında muvakkaten durdurur, sonra huzuruna aldırır.
Ne mutlu sizlere ki, hizmetinizi ve vazifenizi bitirdiniz. Zahmetiniz bitti; rahata ve rahmete gidiyorsunuz. Hizmet, meşakkat bitti; ücret almaya gidiyorsunuz. İşte ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubudiyet boşu boşuna gitmez. Bir mükâfat yeri, bir saadet mahalli senin için hazırlanmıştır. Senin şu fâni dünyana bedel, bâki bir Cennet seni bekler. İbadet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı Zülcelâlin vaadine iman ve itimad et. O, vaadinde hulf etmez yani vaadinden dönmez. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine acizlik müdahâle edemez. Senin küçük bahçeni yarattığı gibi, Cenneti dahi senin için hâlk edebilir.
Ve vaat ettiği için, elbette seni onun içine alacak. Adeta bir ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu imtihan yeri için dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini tamamladıktan sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâllerine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîmlerine kavuşacaklardır. Doğrudan doğruya, herkes, kendi yaratıcısı, Mâbudu, Rabbi, Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar. Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? “Dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat huzurunda bulunmaya mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Bütün Cennet, bütün letâfetiyle, rahmetinin sadece bir parçası ve bütün iştiyak, sevgi, muhabbet, çekim güçleri O’nun muhabbetinin bir ışıltısıdır. İşte sonsuz olan Allah’ın huzuruna gidiyoruz. Ebedi ziyafetgah olan Cennete çağırılıyoruz. Öyleyse, kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek girelim, vesselam…