LÜBNAN’DAKİ SON DURUM!
Lübnan, son yirmi yılın en kanlı günlerinden birini yaşarken, İsrail’in güney Lübnan’da yüzlerce noktayı hedef alan hava saldırıları, Hizbullah ile İsrail arasında yeniden alevlenen çatışmaların sonucu olarak görüldü. İsrail, Hizbullah’ı bölgedeki varlığına yönelik en büyük tehdit olarak algılarken, bu saldırılar Lübnan'ın güneyindeki sivil halk üzerinde büyük bir tehdit oluşturuyor. Hizbullah ve İsrail arasındaki bu gerilim, sadece askeri bir çatışma değil, aynı zamanda bölgesel güç dengelerinin yeniden kurulmasına yönelik bir hamle olarak da değerlendiriliyor.
İsrail’in bu saldırıları, Lübnan’ın iç siyasi yapısını daha da zayıflatırken, Hizbullah’ın gücünü pekiştirmesi, ülkeyi sürekli olarak İsrail’in saldırılarına açık hale getiriyor. Ancak, bu şiddet sarmalı, her iki tarafın da kısa vadede kazanç sağlamadığı ve sivil halkın ağır bedeller ödediği bir tablo yaratıyor. Uluslararası toplumun tepkisi ise ne yazık ki somut adımlara dönüşemiyor ve Lübnan halkı bu çatışmanın en büyük bedelini ödemeye devam ediyor.
GAZZE’DE "GENERAL PLANI": FİLİSTİNLİLERE KARŞI YENİ BİR STRATEJİ Mİ?
Lübnan'daki çatışmalar sürerken, Gazze Şeridi'nde ise İsrail’in "General Planı" olarak adlandırdığı yeni bir strateji gündeme geldi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya sunulan bu plan, Gazze'nin kuzeyini tamamen kuşatmayı ve buradaki Filistinlilere karşı geniş kapsamlı bir operasyon başlatmayı öngörüyor. Tümgeneral Giora Eiland tarafından savunulan plana göre, Gazze'nin kuzeyinde yaşayan Filistinlilere bir hafta süre tanınacak ve bu sürenin sonunda bölge tamamen askeri bir alan haline getirilecek. Planın uygulanması durumunda, bölgedeki her insan hedef alınacak ve bölgeye hiçbir malzeme girişine izin verilmeyecek.
Bu plan, İsrail’in Gazze’deki direnişi kırma ve Filistinlileri yerlerinden etme stratejisi olarak görülüyor. Ancak bu strateji, uluslararası hukukun ve insani değerlerin hiçe sayıldığı bir senaryoyu beraberinde getiriyor. Gazze’nin kuzeyinde yaklaşık 400 bin Filistinli yaşıyor ve bu insanlar zaten temel yaşam koşullarından mahrum bir şekilde hayatta kalmaya çalışıyor. Bu tür bir kuşatma ve askeri operasyon, binlerce insanın hayatını kaybetmesine ve ciddi bir insani krizin ortaya çıkmasına neden olabilir.
LÜBNAN VE GAZZE: ORTAK BİR KADER Mİ?
Lübnan ve Gazze’de yaşanan bu olaylar, aslında bölgedeki daha büyük bir stratejik planın parçaları olarak değerlendirilebilir. İsrail’in hem Lübnan’da hem de Gazze’deki askeri operasyonları, bu iki bölgenin de sürekli olarak istikrarsızlık içinde kalmasını sağlıyor. Ancak her iki bölgede de İsrail’in hedefi sadece askeri grupları değil, aynı zamanda bu gruplara destek veren halkı da hedef almak gibi görünüyor.
Lübnan’da Hizbullah’a verilen destek, Gazze’de ise Hamas ve diğer direniş gruplarına verilen halk desteği, İsrail’in bu bölgelerde kontrolü sağlamasını zorlaştırıyor. Dolayısıyla, İsrail’in bu iki bölgedeki stratejisi, direnişi destekleyen halkı yerlerinden etmek ve bu grupların toplumsal zeminini yok etmek üzerine kurulu. Bu durum, iki bölge halkını da ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya bırakıyor ve Filistin ile Lübnan halkını ortak bir kaderde birleştiriyor.
ULUSLARARASI TOPLUMUN SESSİZLİĞİ VE BÖLGESEL YANSIMALAR
İsrail’in Lübnan ve Gazze’de yürüttüğü bu operasyonlar, uluslararası toplumun sessizliği ve etkisizliği ile daha da karmaşık bir hal alıyor. ABD’nin İsrail’e verdiği tam destek ve Arap ülkelerinin sessizliği, Netanyahu’nun bu planlarını hayata geçirmesini kolaylaştırıyor. Gazze’de olduğu gibi, Lübnan’da da yaşanan insani kriz ve sivillerin hedef alınması, uluslararası hukukun açık bir ihlali olarak değerlendiriliyor. Ancak bu ihlaller karşısında atılan adımlar oldukça sınırlı ve etkisiz kalıyor.
İsrail’in bu stratejileri, sadece Lübnan ve Gazze’de değil, tüm Ortadoğu’da daha büyük bir istikrarsızlık yaratma potansiyeline sahip. Filistin ve Lübnan halklarının yaşadığı bu trajedi, bölgedeki diğer ülkelerde de benzer korkulara yol açıyor. İsrail’in bu saldırgan politikaları, bölgede yeni bir çatışma dalgası yaratabilir ve bu durum, uluslararası barışı tehdit edebilir.
ORTADOĞU’DA BARIŞ MÜMKÜN MÜ?
Ortadoğu’da yaşanan bu çatışmalar, sadece yerel bir sorun olarak görülmemeli. Lübnan ve Gazze’de yaşananlar, aslında tüm dünyanın vicdanını sorgulayan bir sınav niteliğinde. İsrail’in bu iki bölgedeki stratejileri, sadece askeri bir zafer değil, aynı zamanda bir halkın yok edilmesine yönelik tehlikeli bir plan olarak değerlendirilmeli. Bu tür bir soykırım senaryosu, ne uluslararası hukuk ne de insanlık adına kabul edilebilir.
Uluslararası toplumun bu duruma seyirci kalmaması, Gazze ve Lübnan halkının yaşadığı bu trajediyi durdurmak için daha etkili adımlar atması gerekiyor. Aksi takdirde, bu bölgelerde yaşanan acılar daha da derinleşecek ve Ortadoğu’da barış hayalden öteye geçemeyecek. Dünyanın bu bölgelerde yaşananlara daha duyarlı olması ve insanlık onurunu koruyacak şekilde hareket etmesi, sadece Filistin ve Lübnan halkı için değil, tüm dünya için bir gerekliliktir.