Osman Özbek Başbakan’ın Şahsında Milletimize Küfretmiştir! (2)

Peki, bu çirkin olayların sebebini hiç düşündünüz mü? Niçin seçilmiş insanlara karşı medeniyet ve insanlığın en asgari şartlarını dahi yerine getiremiyoruz? Muhtemelen bazı insanlar bu konuda kafa yorma zahmetine dahi girmemiştir. Elbette rakı içmekten beyni sulanmış beyinlerden bunu bekleyemeyiz. O halde aklı başında olan insanlara bir ders olması için bu iğrenç hareketin nedenini arz edeyim:

İlk öğretim çağından yüksek öğretime kadar her seviyede insan hakları eğitimimiz çok geri kalmıştır. Özellikle askeri okullarda seçilmiş insanların atanmış memurlardan daha üstün olduğunu anlatacak bir müfredat ve medeni anlayış yoktur. Bunun yerine Mecliste söylenen “ihtimaldir ki bazı kelleler kesilecektir” şeklindeki acımasız baskı yöntemleri cilalanıp parlatılarak anlatılmaktadır. İşte en önemli sebep budur.

Tek partili yönetim anlayışını göklere çıkaran, faşizmi ve zorbalığı öven eğitim sistemini düzeltebilmek için çok büyük emek ve gayret gereklidir. Her türden fikir ve düşünce sahipleri hiç olmaz ise özgürlük ve hürriyet konusunda asgari müştereklerde birleşebilecek bir uygarlık seviyesini göstermek zorundadır. Yoksa hamasi nutukların ve inandırıcı olmayan sözlerin riyakarlık ve yağcılıktan başka bir şey olmadığını tekrarlamak durumundayım.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, açıklamış olduğu  “İnsan Hakları Eylem Planında”, dokuz amaç, 50 hedef ve 393 faaliyetten bahsetmiş asla vazgeçmeyecekleri 11 ilkeyi de sıralamıştı. Elbette ülkemizin içinde bulunduğu medeniyet sınırlarını bir üst düzeye taşımayı amaçlayan bu çalışma çok önemlidir. Lakin sayılan 11 madde içerisinde “seçilmiş insanların atanmış insanlardan üstün olduğunu” belirten bir madde yoktur. Hâlbuki öncelikli maddelerden bir tanesi bu olmalıdır.

Bu hususu yazmak, çizmek ve konuşmak israf sayılmamalıdır. Elbette lafta kalmayıp icra etmek de önemlidir. Örneğin hem sivil hem de askeri okul müfredatlarında seçilmiş insanlara saygı duyulması gerektiği konusunun “asgari bir medeniyet ölçüsü” olduğu net bir şekilde ortaya koyulmalıdır.

Milli Eğitim Bakanından bu değerlere sahip çıkmasını beklemek safdillik olacaktır. Zira konuşma ve demeçlerinde daima tek parti devrini övdüğünü görüyoruz. Bu ve benzeri kişilerin türlü türlü baskı yöntemlerini özgürlük diye yutturmaya kalktıklarını yeteri kadar biliyoruz.

Keza Milli Savunma Üniversitesi Rektörünün farklı bir noktada olduğu söylenemez. Erhan Afyoncu ne yazık ki; askeri okullarda okuyan öğrencilere faşist ve tek partili yönetimi överek anlatmaktadır. Hâlbuki hürriyet ve özgürlüğün en önemli şartlarından bir tanesinin “seçilmiş insanlara karşı saygı olduğunu” bilmesi gerekir.

Din ve vicdan özgürlüğü konusunda dahi bizzat görüşmelerimde ve yazmış olduğum sayısız makaleler karşısında kendisinde en küçük bir ilerleme olduğunu görmedim. Nitekim 25 yıldır Deniz ve Hava Harp okullarına bir cami inşa edilmesi için yaptığım çabalar hep boşa gitti. Maalesef  tek bir çivi dahi çakılmış değildir.

Şimdi kalkıp Afyoncu’dan seçilmiş insanların generallerden dahi üstün olduğunu ifade etmesini beklemek çok fazla iyimserlik olacaktır. Fakat kendisinden hiç olmaz ise Osman Özbek gibi küfürler savuran bir generali yetiştiren askeri okulların düzene sokulması için gerekli icraatları bekliyorum. Çok fazla bir fedakarlık belki ama…

Hükümetimizin yapması gereken icraatlarının en başında askeri vesayet sisteminin ortadan kaldırılmasına çalışması gerektiğini tekrar ifade etmek zorundayım. Çünkü 28 Şubat davasında üç yıl önce müebbet hapis cezası almış generalleri şımartan tutum ve davranışlara müsaade etmektedir.

Asla unutmamak gerekir: “Müebbet hapis cezası almış bir darbeci generali hapse tıkmamak; askeri darbe yapılması için yapılmış olan en büyük teşviktir”. Eskiden “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” diyerek darbe yaparlardı. Talat Aydemir ve Fethi Demircan başarısız olunca idam edilerek yaptıkları darbe teşebbüsünün ne derece tehlikeli olduğunu cümle aleme göstermiş oldular. Fakat 28 Şubat darbecilerine verilen “müebbet tatil cezası!” tekrar bir askeri darbe yapılması için yapılması gereken en büyük teşviklerden bir tanesidir. Düşünün bir kere; “darbe yaparım ve sonucunda başarısız olsam bile ordu evlerinde rakımı içmeye devam ederim” diye düşünen darbeci anlayışa karşı bundan daha güzel bir davet olabilir mi?

Bu yazıyı yazarken içinde bulunduğum duyguları yeteri kadar ifade edemiyorum. Fakat içimden alevler çıktığını beni tanıyan okuyucularım gayet iyi anlamışlardır, vesselam…