Engelli kavramı; zihin, ruh, beden ve uzuvlarda bulunan bir arıza ve hastalık sebebiyle hayatını sürdürmede, işlerini görmede ve topluma uyum sağlamada sıkıntısı bulunan kimseleri ifade eder. Engelliler özürlü kavramı ile de ifade edilmektedir. Özürlüler hakkında hazırlanan kanun tasarısında, engelli şöyle tanımlanmaktadır: Doğuştan veya sonradan, herhangi bir hastalık veya kaza sonucu, bedensel, zihinsel, ruhsal, sosyal, duyusal ve duygusal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmesi nedeniyle toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılamada güçlükleri olan bireydir (Madde 3/a).
Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın Devlet İstatistik Enstitüsü ile birlikte yaptığı ve 02/12/2007 tarihinde açıkladığı araştırma sonucuna göre ülkemizde 8.431.197 özürlü yurttaş vardır. Bu, ülke nüfusunun %12.29 una tekabül etmektedir. Bu oran içinde ortopedik özürlüler, %1.25, görme özürlüler. %0.37. konuşma özürlüler. %0.38, zihinsel özürlüler, %0.48 diğer özürlüler %9.70 dir.1 Bu, ülkemiz insanın en azından yarısını doğrudan ilgilendiriyor demektir. İnsan ya engelli, ya engelli yakını, ya da engelli adayıdır. Nice insanlar sağlıklı iken bir trafik kazası, bir iş kazası, bir kalp krizi, bir damar tıkanması veya bulaşıcı bir hastalık sonucu sağlıksız, felçli, kötürüm, ortopedik ve görme özürlü olabilmektedir.2
0.9 yaş grubunda ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanların oranı % 1.54tür. 09 yaş grubunda süreğen (yatalak) hatalığa sahip olanların oranı % 2. 60’tır. Bu oran; ortopedik, görme, işitme, dil ve konuşma ile zihinsel özürlü olanlarda 50-59 yaş grubu, süreğen hastalığı olanlarda ise 20-29 yaş grubunda yaklaşık iki katına çıkmaktadır. 3
Dünyaya gelen her birey kalıtım/ırsi (doğan bir çocuğun anasına, babasına ya da soyundan gelen birine benzemesi) ve çevresel faktörlerin etkisiyle bireysel gelişimini sürdürür. Bu gelişim sürecinde aynı zamanda onu başkalarından ayıracak olan bireysel farklılıkları da oluşmaya başlar.4 Bazen bu farklılıklar doğuştan gelen özelliklerle meydana gelirken bazen de hastalık, kaza, çevresel imkân veya imkânsızlılar gibi nedenlerle daha sonra ortaya çıkar.
Bugün yeryüzünde yaşayan çok sayıda ve çeşitli şekilde engelli insan bulunmaktadır. Çağımızın teknolojisi bir taraftan çeşitli hastalıklara çare arayıp üretirken, beraberinde felaketler ve çaresizlikleride getirmektedir. Yeryüzünde yapılan savaşlar, atılan bombalar, üretilen kimyasal silahlar, çevre kirliliği, çıkar kavgaları ve yanlış beslenme gibi olumsuzluklar maalesef engellilerin sayısını daha da arttırmaktadır. Bütün bu olumsuzluklar sonucu çevremizde bulunan, bazı yeteneklerini veya uzuvlarını kaybetmiş kardeşlerimizle iç içe yaşamaktayız. Engelli bir kardeş, bir baba, bir akraba veya bir komşumuz olabilir.
Anne babaların hiçbiri, çocuğunun özürlü olarak dünyaya gelebileceğini ya da sonradan özürlü olabileceğini düşünmez! Bu yüzden, anne ve baba, doğum öncesi, sonrası ya da çocukluğun bir safhasında çocuklarının engelli olacağını öğrendiklerinde büyük bir çöküntü yaşar. Üzüntü, şaşkınlık, kararsızlık, asabiyet, suçluluk duygularına zihnî tereddütler ve bunalımlar eşlik eder. Bu şartlar altında eşlerin birbirini her zamankinden daha çok desteklemeleri gerekir. Eşlerin birbirini suçlaması, çocuğu suçlamaları ya da bu özrün kabahatini kaderde aramaları, içlerindeki öfke ve kızgınlığı yöneltmek için bir kaynak arayışında olduklarını gösterir. Sağduyuya sahip kişiler bunun zaman ve enerji kaybı olduğunu bilir. Zaten ortada bir suç ve suçlu yoktur; masum bir bebek ile üzüntü ve şaşkınlık yaşayan bir anne-baba vardır. Eşlerin birbirine destek olması, onların kabul sürecini kolay atlatmalarını sağlayacaktır. Ne yazık ki engelli çocuğunu en yakınlarından bile aylarca saklayan, çocuğuyla hiç ilgilenmeyen, onu yok sayan aileler vardır.