Tüm dünya Amerika’nın başkanlık seçimlerine gün sayarken, Kamala Harris ve Donald Trump anketlerde neredeyse her eyalette başa baş giderken, seçim kampanyasının son düzlüğünde ilginç bir gelişme yaşandı.
Trump’ın, Epstein ve Puff Daddy olaylarına karışan ünlülerin isimlerini açıklayacağını duyurmasının hemen ardından Jennifer Lopez, Scarlett Johansson, Robert Downey Jr. gibi ünlü isimler, Kamala Harris’e desteklerini ilân etme yarışına girdi. Bir oyun dahi hayati derecede önemli olduğu bu seçim atmosferinde, Hollywood desteğinin sandığa olan etkisini, popüler kültürün tüketim alışkanlıklarımız üzerindeki etkisiyle benzer bir çerçevede değerlendirebiliriz.
Bunun en başarılı örneklerinden biri şüphesiz Obama’ydı. Obama yönetimi, Orta Doğu politikalarını, bölgeye “demokrasi ve özgürlük” getirme söylemiyle desteklemiş; ünlüler ve sosyal adalet yanlısı grupların desteği ile tüm dünyada “barış yanlısı” bir imaj yaratmayı başarmıştı. Oysa ABD’nin dış politikasındaki hamleler, tüm söylem kamuflajlarına rağmen ardında büyük acılar bırakmış; Obama yönetimi döneminde Orta Doğu, Güney Asya ve Kuzey Afrika’da yaşanan çatışmalarda yüz binlerce sivil insan yaşamını yitirmişti. ABD’nin küresel “demokrasi yayıcı” misyonu, iç kamuoyu ve sosyal grupların da desteğini alarak Obama’nın dış politikadaki müdahaleci tavrını idealize etmiş ve kendini savunmasına alan açmıştı.
Popülaritenin getirdiği güven ve aidiyet duygusu, ne yazık ki çok zaman gerçeği işte böyle gölgede bırakabiliyor. Obama’nın Orta Doğu politikası kan kokuyordu. Tıpkı Kamala Harris’in de vadettiği gibi. Harris, dış politikada Orta Doğu ve İsrail’e olan desteği konusunda bazı çevreler tarafından eleştiri alsa da iç politikada ünlülerin desteği sayesinde tabanından gelen bu eleştirilerin etkisini azaltmayı şimdiden başardı.
Öte yandan Trump, süreç boyunca televizyon, sinema ve müzik sektörlerinde sıkça eleştirilen bir figür olarak temsil edildi. Talk show sunucularından komedyenlere kadar Trump’ı aşağılayan tavır, onu desteklemenin popülerlik açısından “cool” bir hareket olmaktan çıkmasına neden oldu. Hollywood ve pop-kültür çevrelerinde Trump’a karşı Harris gibi “liberal” değerlere sahip birini desteklemek, sosyal olarak kabul gören “kültürel bir duruş” olarak pazarlandı.
Türkiye’de de benzer pazarlama çalışmalarının etkisini, İstanbul seçimlerinde görmüştük. Ekrem İmamoğlu’nun popüler kültürde güçlü bir konumda olması, ona seçim sürecinde önemli bir avantaj sağlamıştı. İlk döneminde İstanbul’u yatırımsız bırakan, yaptığı tatillerle gündem olan, yerel yönetimdeki zafiyet ve basiretsizliği ile oy verenler tarafından dahi eleştirilen İmamoğlu, sırtını ünlülerin ve sosyal medya fenomenlerinin desteğine yaslayarak popüler kültürün politikadaki etkisinin, rasyonaliteyi nasıl gölgede bırakabileceğini hepimize bir kez daha göstermişti.
Etkileniyoruz; ancak tüm kanallardan popüler olana yönelmek, trend olanı tüketmek konusunda “influence” edilmenin aldatıcılığını, son günlerde hepimiz yeniden deneyimliyoruz. Ambalajına aldandığımız Dubai çikolatalarının birçoğunun içinden fıstık bile çıkmıyor, mesela.