Şam tek bir kurşun bile atılmadan düşmüş, Esed ülkeyi apar topar terk etmiştir. Doha’da yaptığı basın toplantısında Dışişleri Bakanı’mız Fidan’ın da belirttiği gibi Şam’da, içi çürümüş bir rejim vardı. Diğer bir deyişle Şam rejimi zaten mevta olmuştu ve şimdi bu mevtanın nasıl kaldırılacağı müzakere edilecek.
Türkiye, bu müzakereleri hangi ülkelerle yapacak? Erdoğan, uzun zamandır Şam ile konuşmak istediğini belirtmiş ama bir karşılık görmemişti. Hatta İran ve Rusya da Erdoğan’ın bu talebine olumsuz bakmışlardı. Bugün gelinen İran’ın da Rusya’nın da birinci önceliği Suriye değildir, her ikisi de kendi derdine düşmüştür. Rusya, Ukrayna Savaşı’nda bataklığa saplanmış, Kuzey Kore’den asker getirtmek zorunda kalmıştır. İran ise Pezeşkiyan sonrasında kendi sorunlarına yoğunlaşmıştır. Dolayısıyla bu aşamadan sonra Ankara’nın, Suriye’de yeni düzen kurulurken dirsek temasında bulunacağı en önemli aktör ABD olacaktır.
Hepimizin malumu ABD ile ilişkiler güllük gülistanlık değildir ama Suriye’deki yeni dönemde, istişare edebileceğimiz baş aktörün ABD’nin olacağı da çok bellidir. Şam’da rejim çürürken muhaliflerin kendi arasında kurumsallaştığı ve koordinasyonu sağlama konusunda belli aşamaya geldiği, Bakan Fidan tarafından belirtilmiştir.
Esed’den sonra Suriye’de geçiş sürecinin nasıl sağlanacağı konusunda Doha’daki müzakereler esnasında Rusya, İran ve Mısır gibi ülkelerin de desteği alındığı ortadadır. Şu sıralarda İran’ın, sürece dair, karşı herhangi bir olumsuz demecini duymuyoruz. Rusya’nın da Şam’ın düşmesine karşı tahminlerin aksine sessiz kaldığını görüyoruz. Sahadaki gerçekliğe sahip olabilen tek ülkenin Türkiye olduğu ortadadır. Bu yazıyı yazarken Münbiç’in yüzde 80’ninin alındığı haberleri gelmekteydi. Dolayısıyla sınırımız boyunca terörden arındırılmış bir bölge adım adım oluşturulmakta, YPG ve PKK’nın bölgedeki varlığı temizlenmektedir. Bu da sahada Türkiye’nin uzun zamandır gerçekleşmesini istediği şeydir.
PKK/YPG’nin Suriye’den temizlenmesinin paralelinde 27 Kasım’da, PKK ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle Londra’da altı kişi tutuklandı. Almanya’da da bir kişinin PKK üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanması bize, PKK’nın büyük olasılıkla Avrupa’da da eskisi gibi rahat hareket edemeyeceğini göstermektedir.
Peki, her şey güllük gülistanlık mıdır? Elbette Suriye’de kartlar yeniden karılırken esas mücadele şimdi başlamaktadır. Önümüzde iki sorun vardır; birincisi, muhalifler arasındaki koordinasyonun sürdürülebilir olması ve HTŞ’nin radikalleşmesinin önüne geçilmesi, ikincisi ise Türkiye’nin bir zamanlar DEAŞ’a destek verdiği suçlamasına benzer şekilde HTŞ ile bağlantılı olduğuna dair damgalanma olasılığıdır. Zira hem iç hem de dış siyasette “çamur at, izi kalsın” hesabıyla Türkiye’nin damgalanması politikası, pek çok çevrelerin kullandığı çok kolay bir aparattır.
Son olarak yanı başımızda ortaya çıkan bunca tarihî gelişmenin, Trump gelmeden gerçekleşmesi son derece dikkat çekicidir. Trump’ın yeni yılda iktidara geldikten sonra ABD’nin, Suriye politikasına dair birkaç ipucumuz olsa da Amerikan güç odakları tek bir tane değildir. Cumhuriyetçiler içinde Trump’ı destekleyen üç odak vardır; birincisi Amerika’ya yoğunlaşılmasını isteyenler, ikincisi Çin’e odaklanmak isteyen öncelikçiler ve son olarak Amerikan gücünü dünyaya yaymak isteyen Pax Americanacılar. Dolayısıyla ocak ayından itibaren Trump iktidarı ile Ankara’nın diyaloğunda parametreler değişecek ve bunun da kuşkusuz Suriye’ye bazı yansımaları olacaktır.