Fakat aldığı bu cevaptan hiç hoşlanmayan komutan, tekrar soru üstüne soru sorup kurban kesmenin hatalı bir davranış olduğunu anlatmaya başladı. Üstelik ikmal subayı da riyakârlık yaparak “her yer mezbahaya dönüyor komutanım!” diyerek ortamı iyice germeye çalışıyordu. Yetmedi komutan hedefine beni alarak tekrar sordu. “Vehbi, bu vahşi durum seni rahatsız etmiyor mu?” dedi. Hayatımda ilk defa böylesine saçma bir soru ile karşılaştığım için oldukça şaşırmıştım. Üstelik yediğimiz öğle yemeği etli bir yemekti. Fakat genellikle etli yemeklerden hoşlanmayan ve et yemeyen bir tip olduğum için oldukça rahat konuşabiliyordum. Türkiye’de etin çok pahalı olmasından dolayı gelir durumu düşük olan bazı vatandaşların “sadece kurban bayramında protein değeri çok yüksek olan bu gıdayı tüketebildiklerini” söyledim. Komutan bu ters cevaptan hiç hoşlanmadı. Saygısızca soru sormaya devam etti. Ben ise almış olduğum askeri terbiye nedeni ile daha fazla ters cevap vermek istemediğim için susmak zorunda kalmıştım.

Bir müddet bu çirkin ve saygısız durum devam edince neredeyse bütün subaylar askerlik kurallarına uygun olmayacak şekilde savaş gemisi komutanına sorular sormaya başladılar. “Olur mu böyle şey komutanım! Ne yani hayvan kesiliyor diye balık da yemeyecek miyiz?”bir başka subay “Komutanım! Allah bütün canlıları insanların hizmetine vermiştir, hayvanların etlerini yememek diye bir şey olamaz!” demişlerdi. Ne ilginçtir ki; bu şekilde konuşan subayların hiç birisi dindar değildi. Hatta bazıları çok aşırı alkollü içki kullanırdı. Komutan ise bu cevaplardan dolayı çok bozulmuştu. Lafı değiştirmeye çalıştı. “Gençler ben şaka yaptıydım zaten. Eşim bayramlarda çok yardım yapar. Fakirleri giydirmeyi ve doyurmayı çok sever!” demeye başladı. Görmüş olduğu tepkiden dolayı rahatsız olmuş gemi komutanı olarak otoritesinin bozulduğunu düşünmeye başlamıştı. Bu minval üzere öğle yemeği bitmiş mesaimize dönmüştük. Lakin komutan bana karşı oldukça kızgındı. Bunu hiç çekinmeden belli ediyor hatta yüzüme karşı söylüyordu.

Nitekim ertesi sabah gemi komutanı makamına çağırmıştı. Savaş gemisinde “Silah Elektronik Subayı” olarak çalışıyordum ve bundan başka ek görevim de vardı. “Polis Subayı” adı verilen ve ikinci komutana disiplin işlerinde yardımcı olmak üzere önemli bir görev daha icra ediyordum. Bu çalışmalarımdan dolayı daha sonra yine ek görev olarak “Harp Filosu Disiplin Subayı” olarak da görev yapacaktım. Ayrıca her gün gemi mevcutlarını bölüm amirlerinden alıp ikinci komutana liste halinde verirdim. O da komutana arz ederdi. Savaş gemisi komutanları, idari işlerde subaylar yerine sadece ikinci komutanı muhatap alırdı. Muhtemelen önceki gün yaşanan olaylardan dolayı beni hesaba çekmek istemişti. Beklediğim gibi bir durumla karşılaştım. Komutan, mevcutlarda yanlışlık olduğunu söyledi.

Kendisine durumu izah ederek yanlışlık olmadığını arz ettim. Listeye baktı ve bana hak verdi. Fakat odasından çıkmadan önce şu ikazı yapmayı da unutmadı: “Vehbi gözlerim üstünde! En ufak bir hata yaparsan seni derhal hapse gönderirim!” Gemi komutanı odasından “Anlaşıldı komutanım!” diyerek ayrıldım. Gerçekten de komutanımız işi gücü bırakmış benimle uğraşmaya başlamıştı. Ne ilginçtir ki; sonraki komutanlardan da benzeri baskıları görüyordum. Fakat Allah yardım ediyordu. Ne bu komutanın zamanında ne de başka bir zamanda hiç hapse girmedim. Bununla birlikte görevlerimde çok başarılı olduğum hatta defalarca atış birincilikleri aldığım halde sicil notumu asgari düzeyden veriyorlardı. Alkollü içki içmediğim için tam not almam gerekirken özellikle bu hususta en düşük sicil notunu alıyordum.

Buna benzer çok baskı ve şahsıma karşı saygısız sayılabilecek olayla karşılaştım. Fakat gençliğin ve inatçılığın verdiği bir duygu ile mücadele ediyordum. Yolum doğru inancım tamdı. Askerlik yetkilerini kötüye kullanan komutanlara karşı “elinizden geleni ardınıza koymayın!” şeklinde tavır gösteriyordum. Sık sık tekrarlanan “bak seni ordudan attırırım!” tehditlerine karşı “ölümüm denizden olsun, neticede geniş bir kabirdir” şeklinde bir tarzım vardı. Nitekim 28 Şubat 1997 sürecinde eşimin başörtüsü nedeni ile “sakıncalı subay” statüsüne alındım ve Yüksek Askeri Şura kararı ile emekli edildim. Bundan sonra ticaret gemilerinde vardiya subayı olarak başlayıp gemi kaptanı olarak yıllarca çalıştım. Denizlerde ilginç ve zorlu sayılabilecek birçok hatıralarım oldu. Bunları “Altı Ayda Altı Kıta” ve “Bahriyede 15 Yıl” gibi kitaplarımda ve Pazar günü yazılarımda okuyucularımla paylaşıyorum. Maksadım denizcilikle ilgili tecrübelerimi genç arkadaşlarıma aktarabilme çabasıdır. Gayret bizden! Tevfik Allah’tandır, vesselam…