Hazreti Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın insanlığın en büyük peygamberi olduğunu ifade eden bu hadis-i kutsi’yi iyi anlamak gerekiyor. Bu konuda çok sayıda yorum yapıldığından dolayı çoğu insanın sorularına cevap maksadı ile uzunca bir şekilde izah edilecektir.
Evet Hazreti Muhammed’in (asm) hakikati; alemin yaratılış sebebi olduğu gibi aynı zamanda O zat (asm) kainatın en mükemmel sonucu ve meyvesidir. Çünkü kâinatın yaratıcısı olan Allah’ın hikmetli fiillerinin eserleri ancak Risalet-i Ahmediye (asm) ile yani O’nun peygamberliği ile tahakkuk edip anlaşılabilir.
Peygamberliğinin delilleri pek çok olup okumak ve yazmak öğrenmediği ve ümmi olduğu halde, on beş asrın insanlarını ve filozoflarını Kuran ile hayrette bırakmıştır. Semavi dinlerin birinciliği kazanan bir din ile birden, tecrübesiz ve defaten meydana çıkması emsal kabul etmez. Hiç bir peygamber Sultan-ı Levlak’e (asm) yetişemez. İşte bu Zatın sözlerinden, fiillerinden, hallerinden çıkan İslamiyet, bu asırda 1,5 milyar insanın ruhlarını, nefislerini, akıllarını terbiye edip ders vermesi ve manevi terakkiyata sevk etmesi, muhteşem bir hadisedir.
Hem, öyle bir şeriatla meydana gelmiş ki, adil kanunlarıyla insanoğlunun en az beşte biri maddi ve manevi terakki etmiştir. O Zat (asm) öyle bir iman ve itikadla meydana çıkmıştır ki, bütün hakikat ehli, her zaman onun iman mertebesinden feyiz almıştır.
Kendisine muhalefet edenler karşısında zerre kadar bir telaş, bir vesvese, bir şüphe vermemesi gösteriyor ki, iman kuvvetinde dahi onun emsali yoktur. O’nun yüksek imanı benzersizdir.
Hem, öyle bir ubudiyet ve ibadet göstermiştir ki, başlangıcı ve sonu birleştirip hiç kimseyi taklit etmeyerek, ibadetin en ince esrarını görüp önce kendisi uyarak en dağdağalı zamanlarda dahi tam tamına yapması örneği olmayan bir durumdur. Yaratıcısına karşı öyle bir dua etmiş ki bu zamana kadar insanlık o mertebeye yetişememiştir.
Mesela, bir çok kişinin üzerinde taşıdığı ve okuduğu, Cevşenü’l-Kebir duası; pek harikadır. Allah’a 1001 isimle dua ederek Yaratıcımızı öyle bir tarzda tarif eder ki, emsali yoktur. Allah’ı tanımak yani marifetullahta kimse ona yetişememiştir.
Hem, öyle bir metanetle insanları dine davet ve öyle bir cüretle peygamberliğini tebliğ etmiş ki, kavmi ve amcası ve dünyanın büyük devletleri ve eski dinlerin tabileri ona muarız ve düşman oldukları halde, zerre kadar korkmayarak, çekinmeyerek umumuna meydan okumuştur.
Miraç adı verilen emsalsiz yolculuğun sahibi de Hazreti Muhammed (asm) olup Kab-ı Kavseyn makamına ulaşmıştır. Başka bir kula nasip olmayan Miraç hadisesi için kitap yazılsa yetmez.
Bütün Müslümanlar, her gün kıldıkları namazlarında “esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekatühü- Allah’ın rahmet ve bereketinin üzerine olduğu nebiye selam olsun” der ve onun memuriyetini tasdik eder.
İnsanlığın derin bir aşkla pek kuvvetli bir iştiyakla aradığı sonsuz hayata sağlam bir yol açtığına karşı, İslam alemi minnettarane ve teşekkür ederek namazlarında ettehiyyatü duasını okur ve o’nu anarak manevi bir ziyaret yaparlar.
İmanın altı esası Muhammed’in (asm) risaletine ve hakkaniyetine dahi kati şahadet eder. Çünkü onun hayatının manevi şahsiyeti ve bütün davalarının esası o altı rükündür. Yani Allah’ın varlığına ve birliğine, peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine, haşir gününe ve kadere inanmak imanın esaslarıdır. Öyle ise bu altı esasın tahakkuklarına delalet eden bütün deliller, Hazreti Muhammed’in (a.s.m.) risaletinin hak olduğuna ve onun sadıkıyetine, doğruluğuna dahi delalet ederler.
Kainatı bir saray ve Peygamberimizi (asm) de o kainat sarayının rehberi olarak tasavvur ettiğimizde; saray sahibinin, sarayı yapmaktaki maksatlarının gerçekleşmesi iki şeye bağlıdır:
Birisi, rehberin varlığıdır. Eğer o rehber olmazsa, sarayın maksatları ve davetlilerden istenilenler bilinmez. O yüksek maksatlar, boşa gider. Tıpkı, dilini bilmediğimizden kendi başımıza anlayamayacağımız bir kitabın manalarını öğretecek birinin olmaması halinde, o kitabın bizim için bir kâğıt parçasından başka bir anlam ifade etmeyeceği gibi.
Bu nedenle o rehber üstadın varlığı, sarayın var olma sebebi olarak görülebilir. Diğeri de, davetlilerin o rehberin sözünü dinleyip ona uymalarıdır. Davetlilerin rehberi dinlemesi de, sarayın varlığını devam ettirmesine sebeptir.