İsrail, “Arz-ı Mev‘ûd” fantezisiyle Orta Doğu’yu yangın yerine çevirirken; bir sabaha daha “İsrail'in sonraki hedefi Türkiye olamaz çünkü İsrail ile Türkiye arasında herhangi bir sorun yok.” diyerek uyanmak lüksümüzün olmadığı süreçlerden geçiyoruz.
Son yıllarda yapılanlar, yaşananlar bir yana; sadece son 25 yılda bölgemizde kurgulanan oyunu hâlâ görmek istemeyenlerle aynı topraklarda yaşıyor olmanın yükünü sırtlandık yine. Bir ateş çemberinin içerisinde, sırtını Avrupa’nın çıkarlarına dayayanlara millî çıkarlarımızı hatırlatmanın, güvenlik kaygılarımızı anlatmanın derdine düştük.
Evet “Bir cisim yaklaşıyor!”. Soykırımın başında Netanyahu’nun, “Savaş bittiğinde bölgenin haritası değişmiş olacak.” cümlesi bugün sadece adi bir yayılmayı tarif etmiyor. Görüyor ve yaşıyoruz. Artık kendine jeopolitik bir sonuç da arıyor. Bu sonuç her ne ise bölge ülkelerinin de Türkiye’nin de çıkarına olamayacağı çok açık.
Üstelik yolları ince işçilikle işlenmiş bir stratejiden bahsediyoruz. Yakın tarihte Türkiye'nin de bulunduğu bölgede hem her ülke birbirine düşmanlaştırıldı hem de her ülkenin sosyolojik yapısı birbirine düşman gözüyle bakacak şekilde dönüştürüldü. Irak, Suriye ve Lübnan son 20 yılda “devlet olmak” statüsünü kaybetti. Suudiler için İranlılar, İranlılar için Suudiler, İsrail'den daha tehlikeli bir “düşman” hâline getirildi. Gazze'de tarifsiz bir soykırım yaşanırken Arap ülkeleri Hamas gerekçesiyle kılını kıpırdatmayacak kadar dönüştürüldü mesela. İran'ın bilim insanları katledildi, Cumhurbaşkanları şaibeli bir kazayla ortadan kaldırıldı, misafiri Heniyye Tahran'da, Nasrallah Lübnan'da öldürüldü. İran hareket edemez hâle getirildi. Tüm bunlar yaşanırken hem bölgesel bir savaşa yol açmaması istendi hem de “bir şey yapmadığı için” eleştirildi.
Sonra ne oldu, tüm bu sessizliğin göbeğinde İsrail 7 Ekim’de başlattığı soykırımından bir milim geri adım atmadığı gibi Lübnan’a girdi, Suriye’ye saldırdı ve İran ile sıcak çatışmalar başlattı. Amerika da pozisyonunu hiç değiştirmedi. Gazze bahanesiyle getirdiği savaş gemileri, Akdeniz’de demirlediği noktada hâlâ kımıldamadan duruyor.
Gazze'de Hamas'a diş geçiremeyen İsrail ve ABD'nin, Lübnan ve olası bir İran cephesinde başarılı olması belki çok zor. Ancak cesaretini Yahudi lobisinin ABD yönetimi üzerindeki etkisinden alan Netanyahu; bugün savaş normlarını, uluslararası hukuku, ateşkes kararlarını görmezden gelerek yarın yapabilecekleri hakkında hepimize bir mesaj veriyor.
İsrail, Orta Doğu’da yalnızca politik bir aparat. Kabul. Ancak radikal teopolitik hedefleri ve arkasındaki Batılı emperyalistlerin bölgede oluşturdukları stratejileri, içine Türkiye’yi de aldığı sürece istesek de istemesek de biz de bu sürecin bir parçasıyız.
Emperyalizm bölgede İsrail eliyle yeni bir sistem dizayn ederken ABD’nin, “Bomba atarken nazik ol!” uyarısından öte gitmeyen tavrı, Avrupa devletlerinin sessizliği ile cesaretlenen işgalci refleksler, “fırsat bulursa” değil, planın bir gereği olarak yarın elbette Türkiye’ye de saldırmasına motivasyon kaynağı olacaktır.
Kaldı ki İsrail’in savaşı sıçrattığı ve bir günde 650 sivili öldürdüğü Lübnan’ın sıfır noktası ile Türkiye’nin sıfır noktası arasındaki mesafe sadece 170 kilometre. İsrail’in ABD ile iş birliği içerisinde Suriye’nin kuzeyinde kurdurmaya çalıştığı Kürt devleti ile Türkiye arasındaki mesafe “sıfır” kilometre.
Cumhurbaşkanımızın “Vadedilmiş Topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin Filistin ve Lübnan'dan sonra gözünü dikeceği yer, bizim vatan topraklarımız olacaktır.” sözleriyle ilan ettiği gibi; tehlike artık çok uzakta değil.
İşte bu yüzden bedeli ne olursa olsun Anadolu’nun ileri hat savunması Gazze'den, Kudüs'ten, Beyrut'tan başlıyor.