“Sivil toplum”, ülkemizde 1983’ten bu yana en çok kullanılan kavramlardan bir tanesi olmasına rağmen, ne yazık ki, en az anlaşılanı olmuştur. Çünkü Sabetay Yahudileri özgürlüklerin halk tarafından anlaşılmasına ve yaşanmasına asla müsaade etmiyordu. Devletin Silahlı Kuvvetler başta olmak üzere bütün karar alıcı mekanizmasını ele geçirmişler hala da bu yapıyı korumaktadırlar.
Sabetay Yahudilerinin en güçlü olduğu yer üniversitelerdir. Hürriyet ve özgürlükleri yok sayıp hatta alaya alarak boğulmasında medya ile birlikte ortak hareket eden akademisyenler; büyük rol sahibidirler. Akıl almaz bir biçimde devam eden askeri vesayet uygulamaları ve darbeler hep bu otoriter anlayıştan kaynaklanmaktadır.
Fakat tarihin kırılma noktalarından bir tanesi 15 Temmuz 2016 tarihinde meydana geldi ve ülkemiz askeri vesayetin elinden kurtuldu. Artık sivil toplum ve devlet kurulması adına önemli değişikliklerin yapılma sırası gelmişti.
Nitekim son 3 yılda Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) sessiz bir devrim yaşanmaktadır. Genelkurmay Başkanlığının, Milli Savunma Bakanlığına (MSB) bağlanması bunlardan sadece bir tanesidir. Ne yazık ki hala gerçekleştirilemeyen önemli yapısal değişiklikler de var. Fakat belirli bir sıra halinde her geçen gün olumlu değişikliklerin yapılması bu konuda hükümete ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a olan güvenimizi arttırmaktadır.
Nelerin yapılıp nelerin yapılmadığına geçmeden önce şu hususu hatırlatmak isterim. Ordudan resen emekli edildikten hemen sonra TSK’da yapılması gereken yapısal değişiklikler ile ilgili yazılar neşrettim. Hatta gazeteciliğe ilk bu makalelerimle başladım diyebilirim. En önemli yapısal değişiklik talebim Genelkurmay Başkanlığının MSB’ye bağlanması gerektiğiydi. Çünkü mevcut yapısı ile devlet içinde devlet olan TSK, hükümetten bağımsız hareket ediyor kafasına estikçe ABD’den onay alarak her 8-10 yılda bir darbe yapıyordu. Darbeci faşist gelenekleri ile dünyanın en disiplinsiz ordusu olup çıkan TSK’ya çeki düzen verilmesi şarttı.
Darbe yapmalarını bir kenara bırakalım faşist generaller işi o kadar ileri götürmüşlerdi ki halkın seçtiği Cumhurbaşkanı ve Başbakanlara Milli Güvenlik Kurulu ve Yüksek Askeri Şura (YAŞ) gibi toplantılarda küfür dahi edebiliyorlardı. Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür yani insanlar çabuk unuturlar; yapılan disiplinsizlikleri tekrar etmekte yarar vardır.
TSK’daki en büyük disiplinsizlik şüphesiz Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın Irak harekatına karşı yaptığı disiplinsizliktir. TSK’nın görev tanımında yazılan en önemli vazife “ordunun her an harbe hazır bulunmasıdır”. Bu açık hükme aykırı olarak; ordumuzun baş komutanı olan Cumhurbaşkanı’nın vermiş olduğu harekat emri, yerine getirilmemişti.
Cumhurbaşkanı Özal’ın Aralık 1990 tarihinde vermiş olduğu müttefik ülkelerle birlikte Irak’a girme emri, Torumtay tarafından çeşitli atraksiyonlarla engellenmişti. Savaş tarihinde belki de ilk defa bir komutan askeri harekattan kaçıyordu. Ne tarafından bakarsanız tam bir rezalet durum yaşanıyordu.
Eğer ordumuz harbe hazır değilse görevini yerine getirmemiş bir Genelkurmay Başkanı ile karşı karşıya kalmıştık. Yok ordu harbe hazır ise Cumhurbaşkanının emrini dinlemeyen disiplinsiz bir komutan ile karşı karşıya kalmıştık.
Ne acıdır ki; bu büyük skandal doğru dürüst hiçbir kimse tarafından analiz edilip incelenmemişti. Bırakın yazmayı eleştiri dahi olmadı. Sabetay Yahudilerinin ellerinde olan medya; Torumtay’ın büyük rezaletini görmemiş bilakis alkışlamıştı. O tarihlerde Deniz Kuvvetlerinde Üsteğmen olarak görev yapıyordum. Savaştan kaçan bir general gördüğüm için giydiğim üniformadan utanmaya başlamıştım.
Devamı nasipse yarın...