Cumhurbaşkanı Erdoğan, İbn Haldun Üniversitesi Külliyesi açılış töreninde “Batı taklitçiliğine dönüşen” bir eğitim sisteminden bahsederek bir itirafta bulundu. “Eğitim, öğretim ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadık” dedi.
Bir eğitimci olarak elbette konuya katkı sunmak görevimdir. İşin ilginç tarafı önceki yazımda Kıbrıs’ta yaşadığımız acı tecrübeleri dile getirip Batılılaşma, Rumlaşma ve milli benlikten uzaklaşma konusunda benzer sorunların anavatan Türkiye’de de olduğunu dile getirmiştik. Çarelerinden bir kısmını da bu makalemizde ele alacağız. Bir kısmını değerli arkadaşım Ayhan Küflüoğlu’ndan derlediğim bu yazının herkese faydası olduğunu düşünüyorum.
Makalenin uzunluğuna bakıp okumak istemeyenlere minnet etmem. Konu ile ilgilenenler okusun istifade etsin yeter. Zira bu kadar önemli konuları kısaca yazıp açıklamak her babayiğidin harcı değildir. İstemeyen okumaz. Kimseyi de üzmeyiz. Siz sağ ben selamette kalırız, İnşallah…
Günümüz eğitim sistemi “Bilimsellik” adı altında insanları adeta hipnotize edip, büyülemektedir. Dünyaya gözümüzü açtığımız andan itibaren; evde, okulda, anaokulunda, televizyon ve internette; milyarlarca kez tekrar ve telkin edilen “bilinçaltı” mesajlarla; zihnimiz karıştırılmaktadır. Adeta formatlanıp, kodlanmış ve programlanmış robotlar haline getirilmeye çalışılıyoruz.
Bilinçaltımıza şırınga edilmiş, virüslü mesajlar neticesinde; dünyayı, varlık ve eşya çok yanlış anlaşılmaktadır. Bilimsellik adına zihnimize kurgulanıp sokulan sahte ve sanal, hatalı bir illüzyon; gerçeğin kendisi zannedilmektedir.
“Bilimsellik” bakış açısı ile bize gösterilen bu hatalı evren imajını; eğitim sistemimizde düzeltecek bir dini karşılık vermek gereklidir. Bu çaba ve gayret yapmacık ve dostlar alışverişte görsün misali göstermelik olmamalıdır.
Tabiri caizse; inancımızı askıya alarak, aklımızı güya “nesnel ve objektif bilimsellik” diyerek “inanmayan bir ateist” gibi evreni gösteren bir eğitim sistemi ile mücadele etmek gerekiyor.
Kuran ve vicdanımızın merkezi olan kalbimiz ise, bizi İslâm’a çağırarak Kâinata, bir Müslümanın bakış açısıyla bakmamızı, tavsiye etmektedir. Bu tavsiyeye uyan insanlar;
Bilim’in tabiî oluşumundan, İslâm’ın ilahî yaratılışına;
Bilimin doğal nesne ve maddesinden, İlâhî ihsan ve ni’metine;
İçgüdü ve sevk-i tabiîsinden, sevk-i ilâhî ve ilhama;
Fizik ve doğa kanunlarından, İlâhi ilim ve irade”ye… sıçramalar yapabilecektir.
Aralarında mantıksal boşluklar bulunan bu kavramlar arasında, “gerekli köprü ve merdivenler” kurmadan; aralarındaki bu boşluğu kapatmadan; yapılacak çabalar “bilimsel bilgi” ile “inancımız” arasındaki mesafeyi kapatmayacaktır.
Kısaca insanların nesnellik ve objektiflik adına, aklı başka yöne; subjektiflik ve Müslümanlık adına, kalbi bir başka yöne çekmektedir. İnsanlık günümüzde adeta sahte ve yapay gerçeklikler üreten bir şizofren veya kişilik bölünmesi yaşayan, çaresiz bir hastaya benzemektedir.
Evet, bir yerlerde yanlış giden, arızalı bir durum olduğu açıktır. Kalp ve akıl, parçalanmış, ayrılmış hatta aralarındaki bağlantı ve köprüler yıkılmıştır. Bunun neticesi olarak yaşadığımız yüzyılın insanı farklı kıbleleri gösteren, bir pusulaya benzemektedir. Evreni, fen derslerinde anlatıp; dini, sadece din derslerine hapsettiğimiz günden beri, bu durum hep böyle devam edecektir.
İnsanlık, bilimin yaptığı evren tasvirlerine ve teknolojik buluşların büyüsüne öyle bir kapılmıştır ki; sanki bir illüzyonistin, varı yok ve yoğu da var gösterdiği bir gösteride; aldatılmaya devam edilmektedir. İşin kötüsü buna istekli ve zaten bu amaçla gösteriye gelmiş seyircilere fazlası ile rastlanmaktadır.
Bütün gösterilerde olduğu gibi illüzyonistin dikkati çektiği yere bakan insanların; çekmediği yere bakmak, aklının ucundan bile geçmemektedir. Kamera ve kadrajın gösterdiğini görüp, kadraj dışında bırakılan şeylerin farkına bile varamayan bir asırda yaşıyoruz.
Meselâ; yağmurun, neden, nasıl meydana geldiğini anlatan bir ders kitabında; “Bu yağmuru kim yağdırıyor?” sorusu, kimsenin aklına bile gelmemektedir. Çünkü çağımız bilimsellik adı altında dizayn edilip; neden – sonuç ilişkisi ve kurgu şablonuyla anlatılmaktadır. Evrenin bilimsel tasvirlerinde; “kim” sorusuna, zaruret ve ihtiyaç yokmuş gibi tuhaf bir anlayış ile karşı çıkılmaktadır.