Trump, adil dünya düzeni ve tutulamayan gözyaşları

“Daha adil bir dünya mümkün müdür?” sorusunu, İletişim Başkanlığı’nın organize ettiği Londra’daki toplantıda değerli katılımcılarla birlikte ele aldık. Söz döndü dolaştı Trump’a geldi. Katılmış olduğum panelin moderatörü Mathew Moore, panelde bana adil bir dünyada Birleşmiş Milletler (BM) kararlarının bağlayıcı olup olmadığını, Gazze meselesi özelinde sordu. Bu sorunun cevabı elbette son derece açık ve nettir.

Gazze’yi bir yatırım aracı olarak gören Trump’ın lideri olduğu ABD, BM’nin kurucusudur ve ister beğenelim ister beğenmeyelim ABD, BM’nin patronudur. İsrail’i en çok destekleyen ABD olduğuna göre BM’nin kararlarının bağlayıcı olmasını elbette bekleyemeyiz. O zaman “BM’nin kapısına kilit mi vurulsun?” diye bir soru akla gelebilir. Elbette ki hayır. BM’nin varlığı son derece değerlidir. Türkiye, bunu bildiği için zaten BM’nin beş daimî üyesine veto yetkisini veren sistemin revize edilmesini istemektedir. Aksi takdirde BRICS gümbür gümbür gelmektedir ve Türkiye de dâhil olmak üzere pek çok ülke BM’nin yanı sıra BRICS’e de üye olmak istemektedir. Hâlbuki BRICS, Çin’in deyimiyle, bir örgüt değildir ve sadece ekonomik bir birliktir. Çin’in bu söylemine inanmamız elbette ki mümkün değildir. BRICS ve Çin, ABD’yi yerinden etmek için elinden geleni ardına koymamaktadır.

Sözün özü, Türkiye’nin, BM’nin reforme edilmesini talep etmesini ABD’nin takdir etmesi gerekir. Türkiye’nin gayretlerini takdir etmesi gereken bir başka aktör ise kuşkusuz Avrupa Birliği’dir (AB). 61. Münih Güvenlik Konferansı esnasında konferans başkanı Cristoph Heusgen’in gözyaşlarına boğulması, AB’nin ABD’den umudunu kestiğinin kesin kanıtıdır. Zira tarihinde hiç olmadığı kadar ABD tarafından yalnızlaştırılan AB, ABD Başkan Yardımcısı Vance tarafından kıyasıya eleştirilmiştir. Vance’e göre; AB, ABD ile paylaştığı ortak değerlerden sapmıştır. Esas düşmanı ne Çin’dir ne de Rusya’dır. Almanya’daki aşırı sağcı AfD’ye destek veren Vance ne Rusya ne de Ukrayna ile ilgili tek kelime bile etmemiştir. Dolayısıyla Vance açıkça AB’ye şu mesajı vermiştir: “Soğuk Savaş dönemi bitmiştir ve ABD, AB’nin yanında değildir. Başınızın çaresine bakın.”

“Peki bu durumda AB, güvenliğini kendisi sağlayabilir mi? ya da “AB kendi ordusunu kurabilir mi?” soruları öne çıkmaktadır. Şimdiye kadar PESCO da dâhil kendi ordusunu bir türlü oluşturamayan AB’nin bu konuda hâlihazırda hiçbir girişimi bulunmamaktadır. Sonuç olarak güvenliğini kendi başına sağlayamayan AB’nin, Türkiye’nin müttefikliğine gittikçe daha çok ihtiyaç duyacağı aşikârdır.

Türkiye ise bir yandan daha adil bir dünya düzeni talep ederken ve Ukrayna’da, Filistin’de, Suriye’de, Sudan’da barış için çabalarken güvenlik tedarik edici rolü ile ön plana çıkmaktadır. Bizi 60 yıldır üye olarak kabul etmeyen AB’nin ABD ile başı derde girdikçe çalacağı kapı kuşkusuz Türkiye olacaktır. Zira Türkiye için de AB; hatta AB ülkeleri için de Almanya çok önemli bir yere sahiptir. 23 Şubat’ta Almanya’da yapılacak seçimin sonuçları Türkiye için hayati bir önemdedir. Gelecek hafta nasipse Almanya seçimlerinin sonuçlarını irdeleyeceğim. Umarım Almanya seçim sonuçlarının, AB’nin geleceğine olumlu katkısı olur. Zira Avrupa kıtasının istikrarsızlığı doğrudan Türkiye’ye olumsuz etki edecektir.