Suriye’de önce 8 şimdi de 5 askerimiz şehit oldu. Elbette bunun hesabı kahraman ordumuz tarafından kesilip cevabı verilecektir. Bunun için acele edip zayıf bir operasyon ile karşılık verilmemelidir. Çünkü askerimize yapılan saldırının büyük bir bedeli olduğu bu kalleş saldırıları yapanlara belletilmelidir.
Çünkü askerimize silah sıkan her düşman şunu iyi bilmelidir ki; Türkiye ne yapıp edip askerimizin kanını dökenlerin başına dünyayı yıkacaktır. Saldırıları yapan her kim olursa olsun; büyük bir pişmanlık duyması gereklidir.
Peki, Suriye’de 3 ve 10 Şubat’ta askerlerimize karşı yapılan saldırıların arkasında kim bulunuyor? Bu sorunun cevabının iyi verilmesi gerekiyor. Aksi takdirde büyük fotoğrafı göremeyiz ve hedefe odaklanamayız. Bu nedenle Esed Rejimi askeri görüntüsündeki İran askerlerini ve dünyanın çeşitli bölgelerinden getirilen Şii milisleri iyi tanımak gerekiyor.
Şu gerçekleri iyi bilmemiz gerekiyor. Suriye’de bir vekâlet savaşı yapılmaktadır ve parayla tutulmuş binlerce milis buraya getirilmiş ve halen de getirilmektedir. Esed Rejiminin elinde kendisine sadık çok az sayıda asker vardır ve bu askerler sadece Beşşar Esed ve ailesini korumaktadır. Çünkü 9 yıllık iç savaşta Suriye ordusu diye bir şey kalmamıştır.
Hâlihazırda rejimin kara unsurları, İranlı generaller tarafından yönetilmektedir. Hava kuvvetlerini ise Rus askerleri kontrol etmektedir. Beşşar Esed bir kukla olup ülkesini işgal eden ABD, İran ve Rus askerlerinin bir oyuncağı olmuştur. Her gün ülkesini ve başkenti Şam’ı bombalayan İsrail’e karşı kılını bile kıpırdatamayacak derecede acıklı bir duruma düşmüştür.
En son İdlib’de bu acı gerçeği görmüş olduk. Güya ABD’ye düşman görünümü altında oldukları halde Suriye’deki ABD güçlerine bir kurşun sıkmaya dahi cesaret edememişlerdir. ABD Başkanı Trump, Suriye’deki petrolden vazgeçmeyeceğini söylemiş ve ülkenin üçte birini işgal etmişken; İran gidip Türk askerine ve masum sivillere saldırmaktadır. İdlib nüfusunu bölgeden Türkiye sınırına sürmeye çalışmakta ve sivil yerleşimleri vurmaya devam etmektedir.
İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in üst düzey danışmanlarından Velayeti, 30 Ocak’taki basın toplantısında “Suriye hükümeti ve direniş cephesindeki müttefikleri İdlib’den Fırat’ın doğusuna geçecek ve Amerikalıları defedecek” diyerek yine bir başka Acem palavrası sallamıştı. Onca utanç verici olaya rağmen açıkça ABD ve İsrail yerine; önceliği yine masum sivillerin katledilmesi ve sürülmesine vermiştir.
O halde askerimize saldıran unsurları iyi tanımalı ve öncelikli hedefleri belirlerken hata yapmamalıyız. Bunun yanında vurduğumuz zaman ses getirmeli ve bir daha Türk askerinin kanını döken hiçbir kimse buna cesaret edememelidir. Aksi takdirde yol olur ve bunun acısını çok çekeriz. Bu nedenle öncelikle İran ve desteklediği terörist gruplar üzerine odaklanmak gereklidir.
İngiliz The Daily Telegraph gazetesi 26 Ocak’taki haberinde Fatimiyyun Tugayı olarak bilinen İran destekli Afgan savaşçıların İdlib’deki çatışmalara katıldığını gösteren telsiz konuşmalarına ulaştığını belirtmiştir. Gazeteye göre İdlib’deki Fatimiyyun savaşçılarının sayısı oldukça yüksektir.
Yine Ocak ayında çıkan bazı haberlerde Türk istihbaratına dayanarak İran destekli grupların İdlib ve Halep cephelerine gönderildiği bildirilmiş ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da 27 Ocak’ta İdlib ve batı Halep’teki büyük çaplı taarruzları eleştirirken “Rusya, İran rejimi, Hizbullah ve Esed rejiminin müşterek güçlerini” suçlamıştır.
İran, Esad yönetimine verdiği askeri ve siyasi desteği sürdürmekle birlikte Suriye ordusunun kuzeybatıdaki operasyonlarına yani ABD’ye karşı savaşmaktan korkmuştur. Kudüs Gücü Komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani’nin 3 Ocak’ta ABD tarafından öldürülmesinden sonra hiç utanma ve pişmanlık duygusu oluşmamıştır. ABD’nin bunca saldırısına karşı İran’ın, İdlib harekâtına dönmesi çok çirkin ve iğrenç bir davranıştır.
İran’ın bölgesel stratejilerinin mimarı olan Süleymani’nin ortadan kaldırılması, Suriye’deki İran nüfuzunun azalmaya başlayacağı yönünde yorumlara yol açtığı halde durum tam aksine dönmüştür. Böyle bir durumdan korkan Esed, İran’la “yeni dönemdeki koordinasyonu” ele almak üzere istihbarat şefini Tahran’a göndermiştir. İran’ın İdlib’de saldırıya geçmesi ve Türk askerlerine ateş açması iki yönlü bir mesaj olarak okunmalıdır. Birincisi Tahran rakiplerine Suriye’deki gücü ve nüfuzundan bir şey kaybetmediği mesajıdır. İkincisi ise rejim unsurlarına “Her zaman, her yerde yanındayım, bana güvenmeye devam et” demektir.
Devamı nasipse yarın...