Çağdaş Türk siyasetinin sınıfsal temsil haritası, aşağı yukarı iki yüz yıldır hiç değişmedi. Siyaset arenasında merkezî eksen olarak temsil olanağı bulan iki sınıf var. Biri devleti elinde tutan bürokrasi, diğeri Anadolu sermayesi veya eski hâli ile eşraf.
Türk siyasetindeki sınıf çatışması esasen bu iki sınıf arasında cereyan eder. Çünkü bunlar “modern Türkiye’nin kuruluşunda” var olan iki sınıftır.
O dönem için Türkiye toplumu, askerî-sivil bürokratlar, toprak sahipleri-tüccarlar anlamında eşraf, İstanbul ve İzmir’de yerleşik gayrimüslim büyük tüccarlar ve köylü halktan oluşmaktadır. Köylülük, siyasi anlamda sınıf değildir; çünkü “kendisi için sınıf” olamamıştır ve kısa süre içinde tasfiyesi başlayacaktır. Gayrimüslim büyük tüccarlar ise imparatorluğun çöküşü ile ülkeyi terk eder. Gerçek anlamda geriye kalan iki sınıf, eşraf ve bürokrasi olur. Türk modernleşmesi Tanzimat’tan itibaren aşağıdan yukarı değil, yukarıdan aşağı bir süreç olarak çalıştığı için bu sınıflar, siyasi ağırlığı tartışılmaz merkezî unsurlar hâline gelmiştir.
Bugün gördüğümüz işçi sınıfı ve büyük burjuvazi ancak 1950’li yıllardan itibaren ortaya çıkar. Her ikisi de sahneye sonradan dâhil olmaları sebebi ile yeterince güçlü siyasi ağırlığa kavuşamamış, siyasi süreçte diğerlerine “eklemlenme” yolunu seçmiştir.
Tanzimat’ta ortaya çıkan gerilimler de Meşrutiyet ile beraber gelen parti ayrımları da Cumhuriyet’in tek parti dönemindeki çekişmeler de esasen bu iki başat sınıfın çatışmasıdır. 1946’da çok partili hayata geçilince bunlar, kendilerini temsil eden iki ana siyasi hat oluştururlar. Biri, o günden bugüne uzanan CHP’dir ve bürokrasiyi temsil eder. Diğeri, Demokrat Parti ile başlayıp Adalet Partisi, ANAP ve son olarak AK Parti ile devam eden çizgidir ki bunun çekirdeğini de Anadolu sermayesi/eşraf oluşturur. Bu sınıflar mutlaka başka partilerde de yer alırlar ama temsil edildikleri iki ana hat bunlardır ve ikisinin toplamı Türkiye siyasetinin en az % 70’ini kapsar.
Tüm demokrasilerde siyasi partiler, sınıfların iktidara gelme araçlarıdır. Türkiye söz konusu olduğunda ise ne bürokrasi ne de Anadolu sermayesi tek başına iktidar alacak güçte değildir. Diğer sınıfların onayına, desteğine ve işbirliğine ihtiyaç duyarlar. Parti programları bunun için yapılır, siyaset bunun için üretilir. Türkiye’deki siyasi rekabet de esas itibarı ile bu “toplumsal genişleme” kavgasıdır.
Bürokrasi ve Anadolu sermayesi/eşraf, diğer iki sınıfı, yani büyük burjuvazi ve işçi sınıfını kazanmaya çalışır.
Büyük burjuvaziye İstanbul sermayesi de diyebilirsiniz. TÜSİAD, sanayi/ticaret odaları, ihracatçı birlikleri ve işveren sendikaları üzerinden tamamen örgütlü bir yapısı vardır. İşçi sınıfını ise işçiler, -aslında devlet işçisinden başka bir şey olmayan- alt ve orta kademe memurlar, küçük toprak sahipleri ve küçük esnafın bir toplamı şeklinde okumak gerekir. Bunlar da örgütlüdür ancak örgütlenmeleri sınıf temeli ile sınırlı değildir. İşçi sendikaları ve meslek birlikleri bu kesimin örgütlülüğünün küçük bölümünü oluşturur. Ağırlıklı örgütlenme, büyük kentlerdeki hemşehri dernekleri üzerinden sağlanmıştır.
Türkiye özelinde her iki sınıf da iktidar için vazgeçilmez önemdedir. Birisi sayıca az ama toplumsal etki itibarı ile güçlüdür. Çünkü iş dünyasının karar vericileri onlardır. Diğeri yani işçi sınıfı, zaten sayıca çoktur ve sandıkta oy atarak nihai kararı veren kesimdir.
1950’den beri Anadolu sermayesi/eşraf çizgisi, bu iki sınıfı kendi programına dâhil etme konusunda daha başarılıdır. Bürokratlar ve onları temsil eden CHP, istisnai birkaç dönem dışında bu sınıfların desteğini alamamıştır. “CHP’in iktidarsızlığının” temel sebebi de bu denklemi çözecek siyaseti üretememesidir.
Geniş halk kesimleri 1977 hariç, her seçimde merkez sağ çizgiyi desteklemiştir. Dinî değerlerin de bunda bir etkisi olabilir ama asıl sebep ekonomik-sosyal programla ve kadrolarla ilgilidir. Bir sınıf olarak Türkiye bürokrasisi (ve onu temsil eden CHP) halkın hoşuna gidecek siyasi programları çıkaramamıştır.
Büyük burjuvazi yani iş dünyası da ekonomik çıkarları sebebiyle bürokrasi ile arasını hep iyi tutmaya çalışsa da kritik momentlerde tercihini merkez sağdan yana kullanır.
Bugün de benzer bir şey yaşanıyor. Gezi’den beri CHP’yi destekleyen büyük sermaye son dönemde araya bir mesafe koyuyor. Çünkü dünyanın çalkantılı bir döneme girdiğini görüyorlar ve CHP’yi güvenilir bulmuyorlar. İşçi sınıfı ise tüm ekonomik sıkıntılara rağmen CHP’ye yönelmiyor. Bürokratların gerçek sorunları çözebileceğine inanmıyor.
CHP’ye gelince… Bu temel meseleyi düşünmek yerine aday kavgası ile meşgul oluyor. CHP yöneticileri ve onlara akıl verenlerin, bırakın Türkiye’yi, kendi gerçekliklerini bile anlayamadıkları görülüyor.