Yangında kül olan ABD’nin prestiji ve Türkiye neden davet edilmedi?

ABD’nin tarihindeki en büyük yangın olan Los Angeles’taki yangın, ABD ile ilgili pek çok şeyi açıkça görmemize neden oldu. Birincisi ABD’den gelen görüntüler ve ülkenin en zengin bölgesinin itfaiyesinin acizliği hepimizi dumura uğrattı. Benim ilk aklıma gelen, ABD’nin dünyada savaşları körükleyerek süper güç konumunu sürdürülebilir hâle getirmek isterken kendi gücünü nasıl tükettiği oldu. Trump ilk iktidara geldiğinde Amerikalı bir gazeteci, Trump sayesinde ABD’nin zaaflarını gördüklerini bir benzetmeyle izah etmişti. Gazeteci, ABD’yi üstü tozlu bir mobilyaya benzeterek, “Trump geldi ve mobilyanın tozunu aldı ama altından çıkan mobilyayı biz ABD’liler gıcır gıcır zannederken mobilyanın ne kadar eski olduğunu gördük.” diye yazmıştı. İşte bu son yangında Los Angeles itfaiyesinin kadın çantalarıyla yangını söndürme çabaları, bize, adına ABD dediğimiz mobilyanın artık eskimenin de ötesinde dökülmekte olduğunu göstermiştir. Boşuna Trump, daha iktidarı devralmadan Grönland’ı, Panama’yı ve Kanada’yı tehdit etmiyor. Çünkü ABD’nin parası kalmadı; bu çok aşikâr. Hâlâ daha ABD karşılıksız para basma ayrıcalığını elinde bulundursa da artık bu duruma son verecek olan BRICS’in gücü ve BRICS’e yeni üye ülkelerin sayısı artarak devam edecek. Çünkü ABD’nin karşılıksız para basması ve swift’in hegemonyası artık sürdürülemez hâle gelmiştir. Çok yakın gelecekte küresel ekonomideki payı yüzde 40'lara yaklaşan BRICS’in ortak para birimini oluşturması kaçınılmazdır. Bütün bu gelişmeler içerisinde ilk akla gelen, Türkiye’nin rotasının gelecekte ne yönde olacağıdır. Diğer bir deyişle, “Türkiye ağırlığını ABD’den yana mı yoksa Çin’in başını çektiği, içinde İran’ın da Rusya’nın da olduğu BRICS’ten yana mı koyar?” sorusu önemlidir. Zira Sn. Fidan, Eylül 2024’te verdiği bir demeçte “AB ile ekonomik entegrasyonumuz üyelik ile taçlansaydı başka arayışlar içerisinde olmazdık.” demiş ve “Türkiye’nin sadece BRICS’e değil aynı zamanda ASEAN’a da yakın baktığını” belirtmiştir.

Yukarıdaki bilgiler ışığında, Türkiye’nin İtalya’da 9 Ocak’ta başlayan Suriye’nin geleceği toplantısına neden davet edilmediğini  kısaca izah edeyim. Birincisi, toplantı Suriye’ye uzaklıkları 10 bin km’yi bulan  ABD, İtalya, İngiltere, Fransa, Almanya ve AB’nin katılımıyla yapıldı. Bu ülkelerin bazı yetkilileri, İdlib’de HTŞ ile işbirliği yaptığı gerekçesiyle Türkiye’yi eleştirirken, şimdi HTŞ’nin lideri Eş-Şara ile görüşme turları yapıp söz konusu toplantıda ise yeni yönetimle çalışacaklarını bildirdiler. Daha doğrusu, Türkiye’nin 911 km’lik sınırı paylaştığı Suriye’de tek söz sahibi olmasını istemiyorlar. İkincisi; Türkiye, Suriye’de Esed zulmüne son vermek için düğmeye bastığı süreçte Katar Doha’da anlaştığı ülkeler Astana sürecini yürüttüğü ülkeler olan Rusya ve İran’dı. Söz konusu İtalya’da toplanan ABD ve diğerleri değildi. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye politikası bizlere şunu çok açıkça göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin rotası mazlumların yanında olmak ve bu doğrultuda kendi ulus devlet çıkarlarını ve gücünü korumaktır. Bu rota bizim ecdadımızdan beri süregelmektedir ve her ne kadar dengeleme politikası Dışişlerimizin kadim geleneksel politikasını oluştursa da zaman zaman bu politika mazlumları korumak yönüne ağırlıklı olarak sapmaktadır. İlk önce bu Türkiye’nin aleyhine gibi gözükse de Suriye örneğinde de görüleceği gibi kazanan yine Türkiye olacaktır. Türkiye tuzağa falan çekilmiyor, kimsenin kuşkusu olmasın.