Öyle yapmacık değil, içten, yürekten, derinden… Öyle oynamak değil, anlık, haftalık, aylık ya da yıllık, hatta kimilerinin bir ömürlük uyguladığı gibi. Öyle göstermek için değil, seyirlik, izlemelik. Seyircisiz, konuşmacısız ortamlarda yürekten gelen en derin hisle samimiyet.

Samimi algınız nedir? 

Kılıfı açılmamış yeminlerle dolu cümleler mi? Şahitler, ispatlar sunarak iş yapmak mı? Yoksa o kelamı sizin etmiş olmanız yeterli mi?

Üsküdar sahile doğru ilerliyorum, Sultan tepenin cadde tarafından. 

Yol üzerinde minik bir camii var, içinde birkaç türbenin de bulunduğu bahçeli bir camii. Tam da camiinin yeşile boyalı demir kapısının önünde, 6-7 yaşlarında bir çocuk,
yere oturmuş, ellerini yüzüne kapamış, mırıldayan bir sesle ağlıyor, yüzünü göremiyorum. Çünkü elleriyle kapatmış. Önünde kırık odun parçaları, birkaç ayakkabı boyası kapakları kırık ve sağa sola dağılmış, kırık odun parçaları da sağa sola savrulmuş. Çocuğu görmemek, duyarsız kalmak mümkün değil, çünkü söz konusu resim hiç de alışkın olmadığım cinsten. Yanına gidip, hafifçe eğilerek, elini kapadığı yüzünden çekmek istercesine, saçını okşayıp, çözmek istiyorum bağlı kollarını.Çözüyorum da.

Yerlerde kırık, savrulmuş boyaların aynılarıyla çocuğun yüzü boyanmış ama göz yaşından eser yok. Çocuk sadece tiz bir sesle ağlamaya çalışıyor. Yazık minik kuzu onu da başaramıyor. 

-Ne oldu sana diye soruyorum ? Niye burda oturuyorsun ,  diyince, onunla ilgilendiğimden emin bir edayla iyice sesi yükselterek anlatmaya başlıyor.

-Abla, annem hasta, babam yok, kardeşlerim ufak, bir kardeşim de hasta, ilaç paramız yok. Ve ben dilencilik de yapmıyorum. Ayakkabı boyayarak evime bakıyorum. Ama benden büyük birkaç kişi geldi ve benim boya sandığımı kırdı, Boyalarımı parçaladı, Bne şimdi ne yapacağım diyor, bir daha yüzünü kapatıyor. Belli ki hala bir yerlerde utanma hissi var aslında içten içe.

Dünyanın en güzel şeyi, aptal yerine konduğunuz an aslında. Çünkü siz o anda en daf ve temiz hisleri yüreğinizde barındıran pırıl pırıl bir beyin ve yürekle hareket ediyorsunuz. Karşınızdakinin şeytanlığı mı ? Bırakın onu o düşünsün. Ve bazen küçük bir çocuk, yaşınız ne olursa olsun sizi kandırmaya yetebilir. Duyduğum hikaye beni abartılı üzüyor. Öyle ki bir anda ağlama, boyalarını da, boya sandığında, günlük kazancında neyse bugünlük hepsini ben şimdi vereceğim sana diyorum. Hiç kuşku duymadan çantamı açıyorum. Sesi azalıyor. Hatta susuyor. Mutlu bile oluyor. 

-Sen şimdi topla etraftaki sandık ve boya kırıklarını ben dediğimi yapacağım diyorum. Yerinden kalkıp, kırıkları toparlıyor. Yan taraftaki çöpe atmasını bekliyorum ki atmıyor. Dibinde biriktiriyor.

Ardından 15 saniye geçip geçmiyor ki yanımıza, elinde süpürgeyle yerleri süpüren mahalle çöpçüsü geliyor. Çocuğa bağırarak,

-Sen ne biçim bir çocuksun ya, ne uslanmaz bir insansın. Ben seni sabah uyarmadım mı ? Terbiyesi diye bağırıyor.

Bu defa zaten üzülmüş çocuk, bu çöpçü ne hakla bağırır diye, ben çöpçüye çıkışıyorum.

-Niye bağırıyorsunuz canım. Zaten sandığını kırmışlar, üzgün, yazık günah değil mi, sizin de evladınız olabilirdi diyorum.

Çöpçü bana: 

-Abla sen bugün kandırdığı üçüncü kişisin. Buraya oturuyor, yolun kenarına, kırmızı ışığın dibine, kalabalık yerlere bu odunları sererek, boyaları dağıtarak aynı hikayeyi anlatıyor. Üstelik de ben onu uyardım, ondan kızıyorum diyor. 

Bir anda şaşakalıyorum. Çocuğa kızsam mı, kızmasam mı, kendime ne desem, ne etsem bilemiyorum.

Çöpçü süpürme eylemine devam ederek bizden uzaklaşıyor. 

Çöpçünün dediklerinden utanmış olacak, çocuk hiçbir şey demiyor, yüzüme bile bakmıyor.  -Gel yanıma otur diyorum. Oturuyor. 

-Bak ablacım, sen beni kandırabilirsin. O istediğin parayı da alırsın. Benden başka 3 kişiye kandırırsın. Ama bizden bu yolla elde ettiğin parayı, ya çaldırırsın başkasına, cebinden alır götürürler, ya sen bahane ediyorsun ama biri hakikaten hasta olur ve sen ilaç parası olarak verirsin. Ya da aklına gelmeyecek bir yoldan o senden çıkar diye bir yarım saat bununla karşılıklı konuşarak bir yandan severek söz alıyorum bir daha yapmayacağına. Sonra düşünüyorum. Bu çocuk bana, benden önceki kandırdıklarına dürüst olsaydı, kaç kişi ona mantıklı, sağlıklı para kazanma yolunu, öğretecek, kaç kişi elinden beklentisiz adam tutacaktı.

Hiçbir insanın bunu yapmayacak olması şüphesiz yaptığı gafı temizlemez ya. Kendime diyorum ki,Biz bazen kandırılmayı mı istiyoruz ?

Biz samimiyetsiz, ağlamalar, anlatmalar üzerine mi inşaa ediyoruz ilişkilerimizi henüz çocuk yaşta.İşimize gelen yanından görmek aslında sadece çocuğa değil de bize de mi has bir gaf? Sahi bunu çocuk yapıyorsa, bu toplumun büyükleri diyorum, büyükler üç kağıdın hangi boyutunda nerelerde acaba ?

Çocuk yüzünü yalandan boyamayı, hangi büyüğünün kişiliğini boyamasından öğrendi ?

Bunlara dair yazmıyor, sadece soruları soruyorum, yanıtları herkes kendine versin diye. 

SAMİMİ OLABİLMEK DUASIYLA………..