Trump’ın ABD Başkanı olarak göreve gelmesiyle birlikte öncelikle içeride büyük bir güç mücadelesine girişeceği, ardından ise transatlantik ilişkiler bağlamında Batı dünyası içerisinde bir çatışmaya hazırlandığını öngörmüştüm. Ancak Trump beni yanıltacak şekilde Batı ittifakı içerisindeki mücadeleye içeride yeteri kadar konsolide olmadan hemen başladı. İlk olarak Kanada’yı hedef alan yeni başkan, bir yandan Başbakan Justin Trudeau’yu “vali” olarak tanımlayarak aşağılarken her fırsatta Kanada’nın, ABD’nin bir eyaleti olması gerektiğini de dillendirmeye başladı. Ve nihayetinde Kanada’yı sınır güvenliğini sağlanmaması hâlinde yüksek oranda gümrük tarifeleri getirmekle tehdit edip çelik ve alüminyum ithalatına da yüzde 25 ek vergiler koydu. Trump’ın Kanada’ya yönelik tavrı ve söylemleri sert tepki ile karşılaşırken Kanada da çeşitli alanlarda ABD’ye gümrük tarifeleri getirdi. Ancak daha da önemlisi, Kanada halkının ABD ve yönetimine karşı büyük bir öfke duyması ve her iki toplum arasında büyük bir ayrışmanın yaşanmaya başlaması oldu. ABD ile Kanada millî takımlarının ya da kulüplerinin spor müsabakalarında Kanadalıların ABD millî marşını yuhalamaları, yine hemen her platformda ABD’yi hedef almaya başlamaları, Trump’ın verdiği hasarın boyutunu ortaya koyuyor.
Yeni başkan ve kabinesi elbette sadece Kanada ile yetinmiyor. Diğer Batılı ortaklarını da hedef almaktan, aşağılamaktan çekinmiyorlar. Özellikle Almanya’daki seçim süreçlerine doğrudan müdahil olmaları ve aşrı sağcı AfD’yi destekleyen paylaşımlar yapmaları büyük bir tepkiye neden oldu. Elon Musk’ın AfD mitinglerine online katılıp destekleyici konuşmalar yapması, Başkan Yardımcısı Vence’in Münih Güvenlik Zirvesi’nde AB devletlerinin yöneticilerini hedef alması büyük yankı uyandıran diğer gelişmeler oldu. Burada özellikle Ukrayna meselesinde ABD’nin Avrupa’yı dışlayan yaklaşımı Avrupa’da alarm çanlarının çalmasına neden olan en büyük hamle idi. Trump, Zelenskiy ile birlikte diğer AB liderlerini hatta İngiltere’yi de büyük ölçüde devre dışı bırakarak Rusya ile tek taraflı bir angajman başlattı. Hatta o kadar ileri gitti ki Rus tezlerini destekleyici bir yaklaşımla Ukrayna’nın yenilgi kabul edeceği bir denklemde ateşkese zorlanacağı bir süreci dizayn etmeye çalışıyor. Avrupalıların buna tepkisi çok sert olurken Rusya’nın önünün açılacağı ve Avrupa’yı tehdit edeceği bir denklemin hayata geçmemesi için ABD’nin karşısından Ukrayna’yı desteklemeye devam etme kararı aldılar. Savaşın 3. yılında Kanadalı ve İngiliz liderlerle birlikte AB ülkeleri Kiev’e çıkartma yaparak desteklerini yenilediler. Milyarlarca dolar değerinde yeni yardım paketleri açıklanırken Rusya’ya karşı ise yeni ve sert yaptırım kararları alındı. Avrupa, ABD baskısına rağmen Ukrayna’dan vazgeçmeyeceğini göstermiş oldu.
Nihayetinde Trump döneminde Batı merkezli norm ve kurallara dayalı liberal küresel sistem yok edilirken transatlantik ilişkiler de ciddi anlamda sarsılmış durumda. Trump’ın nobran, aşağılayıcı ve sadece ABD’nin çıkarlarını merkeze alan yaklaşımları ters teperek diğer aktörleri kendisine karşı birleştirebilir. Almanya’daki seçimlerin akabinde Avrupa için bir fırsat var. Ya kendi bütünlüklerini sağlayıp ABD karşısında yeni dünya düzeninde önemli bir aktör olacaklar ya da iyice savrularak parçalanacak ve ABD, Rusya, Çin gibi devler arasındaki mücadelede menü olacaklar. Burada Türkiye’ye yaklaşımları da elbette önem arz ediyor. Türkiye ile yeniden angajman kurup Türkiye’nin askerî, siyasi ve ekonomik gücünden yararlanmaları Avrupa için büyük önem arz ediyor. Ancak ideolojik yaklaşımları hâlâ buna engel teşkil eder bir durumda. Bu stratejik körlük Avrupa’yı daha da dibe çekiyor.