Esed rejiminin yıkılmasının ardından Suriye’nin önünde iki temel mesele var; siyasi ve idari yapının tahsis edilerek halkın temel ihtiyaçlarının karşılanması ve ülkenin toprak bütünlüğünün sağlanması.
Muhaliflerin 27 Kasım’da başlattığı askerî harekât, 8 Aralık’ta Şam’ın da özgürleştirilmesiyle sonuçlandı. Rejim ve destekçileri, ilk günlerde direnç göstermeye çalışsa da büyük ölçekte bozguna uğrayarak görece ülke ciddi bir yıkıma uğramadan rejim devrilmiş oldu. Muhalifler, örgüt olmanın ötesinde, devlet aklı ile hareket ederek Baas rejiminden geriye kalan devlet kurumlarını işler hâlde tuttu ve kademeli şekilde bakanlıkları ve diğer idari kurumları devraldı. Bu da ülke sathında devlet kurumlarının çökmesini ve bir kaos yaşanmasını büyük ölçekte önledi. Yine Suriye devrimi, bir intikam arayışında olmadı adaletin tesisi için mücadele etti ve Esed rejimini destekleyen toplumsal kesimlere yönelik şiddet ve intikam arayışı söz konusu olmadı; bilakis toplumun her kesimini kuşatacak bir hareket tarzı benimsendi. Bu bağlamda Suriye devriminin aktörleri, temelde yeni bir geçiş hükûmeti oluşturmaya, devletin sağlaması gereken güvenlik ve diğer hizmetlerin sağlanmasına öncelik verdi.
Ahmet eş-Şera’nın defacto liderliğinde Muhammed el Beşir, geçiş hükûmetinin başbakanı olarak belirlendi. Ardından da ilgili bakanlıklara atamalar yapılarak Suriye Geçiş Hükümeti büyük ölçekte oluşturuldu. Burada en temel mesele, Savunma Bakanlığı’nın ihdas edilip farklı örgüt bileşenlerinin silahlı yapılanmalarının bakanlığa bağlanmasıydı. Şu ana kadar burada, bir güç paylaşımı metoduyla sürecin iyi yönetildiği söylenebilir. Birçok farklı askerî grubun lideri, ülke sathında valiler olarak atanmaya başlandı.
Diğer bir mesele ise elbette insanların temel ihtiyacı olan asayiş, elektrik, su, gıda gibi hizmetlerin verilmeye başlanmasına dair oldu. Burada, Türkiye’nin de devlet gücünü sahada göstermeye başladığı ve ciddi anlamda yeni Suriye’ye destek olduğu görülüyor. Tüm bölgelerde açık bir şekilde Esed rejiminden enkaz devralınmış durumda. Bazı istisnalar hariç olmak üzere rejimi en fazla destekleyen Lazkiye, Tartus ve Şam gibi alanlar bile çok kötü durumdaydı. Halep gibi kentlerin durumu ise içler acısı. Tüm Suriye’de temel hizmetlerin sağlanması çok önemli ve bu konuda büyük bir çaba var ve şu ana kadar işlerin fena gitmediği söylenebilir.
Elbette ülkenin üst ve altyapısının inşası, işleyen ulaşım hatlarının yapılması, iletişim altyapısın oluşturulması, enerji arz güvenliğinin temini gibi kritik meselelere ilişkin de bir yol haritası oluşturulmaya çalışılıyor. Burada da Türkiye’nin ana aktör olacağını söyleyebiliriz. Yine Katar gibi ülkeler de ciddi çaba göstermeye başladı. Ancak bu yatırımlar, ciddi finansal maliyetlere ve zamana ihtiyaç duyacak. Şam hükûmetinin uluslararası meşruiyeti, yaptırımların kalkması ve kürese/bölgesel yatırımların yapılması gerekliliği çok açık. Burada da Türkiye’nin öncü rol üstlendiğini söyleyebilirim.
Yine ABD himayesinde PKK’nın, Fırat’ın doğusundaki terör tahakkümü de çözülmesi gereken önemli bir mesele. Ülkenin toprak bütünlüğü ve enerji kaynaklarının Şam yönetiminin kontrolüne girmesi, yeni Suriye için olmazsa olmaz öneme sahip. Bu bağlamda sahada Suriye ordusuna bağlı askerî güçler, PKK/YPG’ye yönelik temas hatlarına operasyonlara devam ederken bir yandan da Türkiye, ABD ile PKK’nın tasfiyesi için siyasi müzakereleri sürdürüyor. DEAŞ kampları ve hapishanelerinin güvenliği, Kürtlerin hakları gibi meseleler de var ancak temelde ABD’nin yeni saha gerçekliğini kabul etmek zorunda olduğu da çok açık. ABD’nin ilgili tereddütleri, gerekirse askerî baskı artırılarak giderilmeli. Bir an önce Suriye’nin toprak bütünlüğü sağlanmalı. Elbette İsrail’in Golan’daki işgali de önemli. Ancak bu meseleyi zamana yayarak çözmek şu an için daha rasyonel olacaktır.