28 Şubat 1997’de Türk Silahlı Kuvvetlerinde Batı Çalışma Gurubu (BÇG) isimli yasadışı bir kurum kurulmuştu. Güven Erkaya ve Çevik Bir gibi darbeci askerlerin kurulmasında öncülük ettiği bu kurum; eşi başörtülü olan askerler hakkında düzenlemiş olduğu bilgilerle Yüksek Askeri Şura Kararı (YAŞ) ile binlerce askerin ordudan atılmasına sebep olmuştu.
Benimde içinde bulunduğum bu askerler; devletin verdiği kararlara karşı müspet hareket yolunu tercih etmiş ve hak arama mücadelesini hukuk düzleminde çözmeye çalışmıştı. BÇG isimli yasadışı kurum yöneticileri hakkında dava açmış ve aradan 24 yıl geçtikten sonra nihayet bu darbeci askerlerin ceza alarak hapse girmelerini sağlamıştık.
Gerçi küfürbaz generaller ve gazeteciler, paşa paşa gezip 28 Şubat döneminde elde etmiş oldukları haram paralarla keyiflerine keyif katadursun; bizler hala hukuk düzleminde mücadelemizi sürdürmeye devam ediyoruz. Ne yazık ki; bunların cezalandırılması hakkında henüz başarılı olamadık. Çünkü başta Adalet Bakanlığı bürokratları olmak üzere çok sayıda militarist ve darbesever kişi çok güçlü bir şekilde direnç göstermektedir. Mağdur edilen askerlere özlük hakları ve tazminatları ödenmemiştir.
Biz sefer ile mükellefiz. Zafer bizim amacımız değildir. Gerçek ve kusursuz adalet; mahşer günü kurulacak büyük mahkemede görülecektir. Elbette o dehşetli günde bize de sorulacak: “Size bunca zulüm ve haksızlık yapılırken siz nasıl tepki gösterdiniz?” denilecek.
28 Şubat döneminde Adalet Bakanlığı yapmış kendisine ve Erbakan hükümetine sayısız hakaretler yapıldığı halde mahkemede hesap soramayacak kadar korkak olan şikâyet etmeyi dahi göze alamayacak insanları da görmüştük. Asla böyle olmamalıyız. Bu acı olaylar ile ilgili olarak yaşadığım bir hatıramı arz edeyim:
Silivri’de yıkım kararı alınan ecdat yadigârı bir camii ile ilgili olarak bir siyasetçi komşum destek olacağını söylemişti. Ben de kendisine bu camiden önce yapması gereken çok daha önemli bir görevi olduğunu söyledim. O husus da şudur:
“Siz Yeniden Refah Partisi üyesisiniz. Desteğiniz için teşekkür ederim. Lakin bu işle biz uğraşır bu camiyi yıktırmak cürümünü işleyen kişilere hadlerini bildiririz! Fakat Başbakan Erbakan hakkında görevde iken kameralar karşısında küfür eden ve bu eylemi sayesinde tümgenerallik rütbesine terfi ettirilen Osman Özbek ile uğraşmak daha önemlidir. Genel Başkan Fatih Erbakan, bütün işlerini bırakıp babasına karşı yapılan hakareti önlemekle mükelleftir. Ayrıca bu küfürbazın seviyesine düşmesine de gerek yoktur. Hiç olmaz ise hukuk düzleminde mücadele edilmelidir. Çünkü Başbakan nezdinde bütün Türk milletine hakaret edilmiştir. Üstelik bu küfürbaz general yaptığı çirkin eylemden ötürü bir kez çıkıp özür dahi dilememiştir. Bu durum beni çok daha fazla rahatsız ediyor”
Bu sözüm üzerine komşum olan kişi “Fatih Erbakan’ın çok naif ve ince bir insan olduğunu çeşitli şekillerde mücadelesini sürdürdüğünü” ifade etti. Fakat ben tatmin olmadım. Sadece Fatih Bey değil Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın da bu konuda birlikte mücadele etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Çünkü Rahmetli Erbakan, Refah Partisi Genel Başkanı ve Başbakan iken Erdoğan aynı partinin İstanbul İl Başkanı ve sonrasında Büyükşehir Belediye başkanıydı. Bu konunun mahşere kalmadan çözülmesi; Türk milletinin onur ve şerefini kurtarmak adına çok önemlidir. Zira söz konusu başbakan halkın seçtiği bir liderdi. Kim olursa olsun; ona karşı söylenen her küfür; milletimize karşı işlenmiş bir cürümdür, suçtur.