Dört Rakamından Korkanİnsanlar ve Ölüm (2)
Vehbi Kara
Çincede “4” rakamının okunuşu “sı” ile ifade ediliyor. Bu ifadenin vurgulu bir biçimde söylenmesi de “ölüm” ve “Budist Tapınağı” anlamına geliyor. Bütün Çinliler “ölümü” akla getirmesin ve çağrıştırmasın diye “4” rakamını adeta yok etmişler. Hiçbir yerde görünmemesi için büyük çaba sarf ediyorlar. Asansöre biniyorsun, 1, 2, 3’ten sonra bir de bakıyorsun 5. kat. Yahu 4. kat yok mu? Yok. Çünkü ölümü akla getiriyor, uğursuz bir rakam. Aynı Batı dünyasındaki “13” rakamı gibi. Otoparklarda sıra şöyle gidiyor; 91, 92, 93–1, 93–2, 95. Yani 94 yok. Hal böyle olunca birçok apartmanda 4. katı göremiyorsunuz. Otellerde de 4 nolu odaları hep turistler tutuyor. Çünkü bu odalar çok daha ucuz. Dönüş yolculuğumda aynen buna rastladım. İlk kaldığım otelin 4. kat vardı ve benim gibi bütün turistler bu katta kalıyordu. Şanghay havaalanındaki otelde ise 4. kat hiç yoktu. Asansörde bu katı gösteren rakam bulunmuyordu. Bir de “8” ve “9” rakamı var. Bunlarda zenginliği ve uzun ömrü çağrıştırıyormuş. 8 ve 9 rakamı olan telefonlar o kadar çok talep ediliyor ki bu rakamları çok olan telefon hatları açık arttırmayla satılıyor. Bir de idam mahkûmu Çinlilerin durumundan bahsedelim. Çinli kadınların son gecelerini anlatan resimler pek düşündürücüdür. Ölümü görmemek hatırlamamak için türlü türlü tuhaflıklar yapıyorlar. Elleri ve ayakları kelepçeli kadınlardan kimi tırnaklarına oje sürdürürken, kimi ertesi sabah giyeceği tişörtünü özenle katlıyor, kimi de yeni ayakkabılarını zincirli ayaklarına geçirmeye çalışıyor. İnfaza 9 saat kala hepsi birden şen şakrak poker oyununda; gardiyanlar da onların neşesine seyirci kalmıyor, hep beraber gülüp şakalaşıyorlar. Arada sırada hüzünlenen birisi olursa, onun da bir şekilde avutularak eski neşesini kazanması uzun sürmüyor. Zamanın bir şekilde “geçirilmesi” gerek! Dakikalar ve saatler uzamamalı, vakit geçmeli, bitmesi istenmeyen ömür bir an önce tüketilmeli! İnfaz, sabahın erken saatlerinde, mahkûmların ensesine sıkılan birer kurşunla gerçekleşecek. İnfaza bir saat kala, mahkûm kadınlardan biri, ayaklarına parlak kırmızı renkte oje sürdürerek hazırlığını tamamlıyor. Bir başkası, üzerindeki beyaz tişörtün kendisini şişman göstereceğini düşünüp telâşlanıyor. Defileye çıkılacak olmasa da, insan içine çıkılacak! Gardiyanlar ve mahkûmlar seferber oluyor ve son anda bir siyah tişört bulunuyor. İnfaza yarım saat kala, mahkûmlardan bir tanesi durumu biraz kavrar gibi oluyor ve ağlamaya başlıyor. Fakat gardiyanlar böyle durumlara yabancı değil. Saçına bir miktar jöle sürüyorlar; o da eski neşesini kazanmakta gecikmiyor. Bu arada, infaz mahalline götürülmek üzere odasından alınan bir mahkûmun, elleri ve ayakları zincirli şekilde yürürken, yanındaki gardiyanla birlikte gülmekte olduğunu görüyoruz. Hayretten kendimizi alamıyoruz:Ojeli ayaklarla infaz mahalline gitmek, idam edilirken zayıf görünmek, ölüm acısını bir tutam jöle ile savuşturmak nasıl birşeydir? Bu arada bir an için olsa da şunu düşünebiliriz. Aslında biz de onlar gibi ölüm mahkûmlarıyız. Sadece, infaz saatimizi bilmiyoruz, o kadar. “İnsanlar uykudadır; ölünce uyanırlar” buyuruluyor hadis-i şerifte.Kur’ân da, dünya hayatına “ya bir akşam, ya da bir kuşluk vakti” kadar zaman biçiyor. Demek ki, rüyamız bize pek uzun görünüyor. Uyandığımız an, bir de bakacağız ki, bitmeyecek sandığımız bir ömür, birkaç saat süren bir rüyadan ibaretmiş. Belki de, ölümün eşiğinden dönenlerin, o anda gözlerinin önünden bütün hayatlarının bir film şeridi gibi geçmesi bu yüzdendir, kimbilir? Peki, ölüm denilen olay bu kadar korkunç mudur ki, bu kadar insan ölüm kelimesini bile akla getirmekten çekiniyor? Yahu nerden açtın bu konuyu, söyleyecek başka bir söz bulamadın mı diye azar işittiğimiz bile oluyor ya, aynen bunun gibi...
Yorumlar