Bir; dünyanın yaratılması. İki; canlıların yaratılması.

a. Dünyanın yaratılması

Ağaç, taş, demir, toprak vb. varlıklar, canlılar yaratılmazdan ve özellikle canlılar türünden insanlar yaratılmazdan önce de vardı. Fakat insanlar yaratıldıktan sonra bunlara sahip çıkma, bunları sahiplenme beraberinde birçok sorunu da getirdi.

Bundan ötürü de diyebiliriz ki sorunların temelinde yokluk değil varlık vardır. Âdem’in çocuklarıyla başlayan kavga ve öldürme, yokluk yüzünden değil belki varlık ve var olandan daha fazlasına sahip olma hırsıdır.  

b. Canlıların Yaratılması

Canlıların yaratılması ve özellikle de insanların yaratılmasından sonra iki şey ortaya çıktı. Bir; Kendini eşyaya/var olana sahip görme yani sahiplenme veya sahip çıkma. 

İki; Eşyayı/var olanı kullanma tarzı ve yöntemi. İşte bu evre/dönem, kargaşa, öldürme ve diğer tüm sorunların başladığı evredir...

İnsanlar bedensel olarak obez ve aç/cılız olmak kaydıyla ikiye ayrıldığı gibi dinleri, dilleri, ırkları ve coğrafyaları ne kadar ayrı olsalar bile ruhsal olarak da vicdanlı ve vicdansız olmak üzere ikiye ayrıldıklarını düşünüyorum.

Aslında fakirlik sadece açlık değildir fakat basit bir dile anlatmak gerekirse; mesele aç kalmak değil, tıka basa doymamaktır.

Kirlenen insanlık, kirleten insan! Bunu temizleyecek olan da yine insandır.

Hırs ve kanaat faktörü

a- Açlık; doyunca biter. Yırtıcı hayvanlar bile doyunca avlarından arta kalını stok etmezler. Bu konuda insanların tavrı hayret vericidir.

b- Açgözlülük; doymaz.

c- Kıskançlık-çekememezlik ise; ötekinin elinkine de göz diker. 

Son ikisi hırsın neticesidir. Kanaat; başkasının elindekine göz dikmemek, ‘gayrı meşru da olsa mülk edinme hırsını’ kontrol altına alabilmektir.

Şimdi bir an semavi ve beşeri tüm yazılı metinlerin olmadığını varsayın. Yaşanan tüm bu sorunların sebebi kim veya nedir sorusuna ne cevap verebileceğinizi düşünün! Hz. Ömer Müslüman olur ve kendine söyle der: Ömer değişti ama Mekke hala aynı. Peki, Ömer’in değişimi dış dünyaya yani Mekke’ye yansımıyorsa bu ne kadar doğru veya bu değişim olduğunun yansımasıyla görünmesi, kendini göstermesi gerekmez mi? Diyordu. O vakit Mekke de değişmeliydi.

Şimdi yazılı metinlerin yeni geldiğini-oluştuğunu düşünelim. Bu metinler bizde ne gibi bir değişim yapar veya yapar mı? Gerçeğe yaklaşmanın bir yolu da sahteden uzaklaşmaktır. O zaman suçu başkalarında aramak, başkalarını yargılamak yerine kendimize dönelim ve gelin hep beraber sahte din ve sahte dindarlıktan uzaklaşmakla başlayalım.

Mesele zengin olmak değil, zenginlikten ötürü kendini beğenmişlik, bir üst sınıf görme merhalesine gelmemek.

Bir düşünür derki; zenginlerin ayıbı ile fakirlerin ölümü geç fark edilir.