Avrupa’daki son faşist ve baskıcı liderin heykeli de yıkıldı. Gerçi yıkılan heykel Afrika’da lakin İspanya’nın toprağı olduğu için Avrupa’da sayılıyor.
Rusya’da da yıllar önce Lenin ve Stalin’in heykelleri yıkılmıştı. Şimdi ise İspanya’nın kuzeybatı Afrika’daki özerk şehri Melilla’da diktatör Fransisco Franco’nun heykeli de yıkıldı.
Heykel konusunda bu ilginç gelişmeler devam ederken Türkiye’de özellikle CHP’nin yönetimde olduğu belediyelerde ve Türk Silahlı Kuvvetlerinde inanılmaz bir heykel yarışı var. Özellikle ülkemizi demir yumrukla yöneten CHP liderlerinin heykellerini her yerde görmek mümkündür. Hatta yurt dışında görev yapan askeri birliklerimizde dahi heykeller mevcut.
Faşist Franco’nun ölümünden 3 yıl sonra 1978’de dikilmiş ve sonunda yıkılan bu heykel, 1920’li yıllarda Fas’ın Rif dağlarındaki Müslüman Berberi kabilelere karşı işgalci İspanya ve Fransa’nın yaptığı Rif savaşında İspanyol Lejyonunun komutanı olan Franco’yu anmayı amaçlıyordu.
Özerk bölgenin eğitim ve kültür hizmetlerinden sorumlu olan Elena Fernandez Trevino, bunun Avrupa’da bir diktatöre adanmış tek heykel olduğuna dikkat çekerek, “Bu, Melilla için tarihi bir gün” diye konuşmuştu.
Peki, Avrupa zulüm ve baskı rejimlerinin taşlaşmış sembollerini tek tek yıkarken ülkemizde durum niçin tersine işliyor? Bunun sebeplerini anlayabilmek için Türkiye’nin yakın tarihini iyi bilmek gerekiyor. Zira sahte Türkler, bu vatana olan aidiyetlerini ancak heykel ve alkollü içki ile gösterebilmektedir. O halde önce sahte Türkleri yani gayrimüslim azınlıkları tanımakla işe başlayalım.
Osmanlı devletinde azınlıklar serbest bir şekilde yaşar, üretir, ticaret yapar, inançlarına karışılmazdı. Fakat özellikle Yahudi tefecilerin Osmanlı Maliyesini bozması ve Batılı devletlerin müdahalesi sonucunda gayrimüslim azınlık büyük bir güç kazanmıştı.
Gayrimüslim ailelerin evlerinde en az 10 çocuk bulunurken Osmanlı’nın Müslüman toplumu memuriyete ve askerliğe verilen önem yüzünden nüfus olarak gerilemeye başlamıştı. Bazı salgın hastalıklar yüzünden 500 yıldan fazla Müslüman ahalinin yaşadığı köyler ortadan kalktığı görülmüştür.
İşte bu azınlıklardan olup ta İspanya’da Hristiyan engizisyonundan kaçarak gelen Yahudi ailelerinden olan Sabetay Sevi, din değiştirdiğini söyleyerek “Aziz Mehmet Efendi” ismini almıştı. Fakat gerçekte dinini değiştirmemiş gizli olarak Yahudi inançlarına devam ediyor ve kendini beklenen “Mesih” olarak çevresine anlatıyordu.
Osmanlı Devleti, onun bu faaliyetlerini bildiği halde ses çıkarmıyor belki de içlerinden bazı kişilerin gerçekten Müslüman olacağını ümit ediyordu. Fakat Yahudi toplumu arasında ciddi çalkantılar baş göstermişti. Çünkü Sevi, Kabala öğretisine benzeyen fakat hiçbir dinde görülmeyen birçok yeni eylemler gerçekleştiriyordu. Özellikle ailenin mahremiyeti ve sapkınlıklar konusunda kabul edilemez kurallar getirmişti.
Sonunda Yahudi toplumu, Sabetay Sevi’yi Padişah 4. Mehmet’e şikâyet ettiler. Şikâyetleri haklı gören Padişah, Aziz Mehmet Efendi’yi Arnavutluk’un Ülgün kasabasına sürgün etti. Fakat burada da faaliyetlerine devam eden Sevi, yüzyıllar süren ekonomik ve siyasi olarak büyük bir organizasyonun temellerini ataktan geri kalmamıştı.
Sevi’nin ölümünden sonra Kapani, Karakaşi ve Yakubi guruplarına ayrılan bu gizli organizasyon Mason cemiyetlerinde büyük bir güç kazanmıştır. Kendi aralarında kanlı hesaplaşmalar içine giren Sabetaycılar, Osmanlı’nın son döneminde İttihad ve Terakki Partisi aracılığı ile ülkenin yönetimine katılmaya başlamıştır. Öyle ki Sultan 2. Abdülhamid’i devirerek Talat Paşa gibi Mason olup kendilerini destekleyen adamlarını devletin başına geçirmişlerdir. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde de güçlerini korumuşlardır.
Gizli Yahudi olan Sabetaycıları örnek alan birçok Ermeni ve Rum azınlık Müslüman gibi görünerek Osmanlı Devleti içerisinde çok önemli makamlara kadar yükselmişlerdir. Bunlar son yüzyılda Türklerin savaşlardaki bozgun yaşamasının en önemli sebepleri arasındadır. Özellikle Osmanlı askeri sisteminin eğitim kurumlarına sızarak generalliğe ve kritik görevlere kadar yükselme imkânı bulmuşlardır.
İşte başta Sabetaycılar olmak üzere bütün dönmeler Soyadı kanunundan yararlanarak geçmişteki gayrimüslim izlerini sildiler ve Türk gibi görünmeye başladılar. Hatta samimi Müslüman oldukları için Türklere olmadık kötülükleri yaptılar. Mesela şapka kanununa karşı çıktı diye bir Erzurumlu Türk kadınını idam sehpasında asacak kadar ileri gittiler.
Ne var ki; dönmeler içkiye olan düşkünlüklerinden dolayı kolayca tanınıyorlardı. Bir de CHP liderlerinin heykellerini ülkenin her yerine dikme huyları vardı. Bu sayede Türkiye’nin her yerinde çok güçlü olduklarını göstermeye çalışıyorlardı.
Sonuçta silahlı kuvvetler sayesinde güçlü bir militarist bir devlet kurarak neredeyse bütün hedeflerini gerçekleştirmeyi başardılar. Artık bu kazanımlarını korumak gerekiyordu ve bu yüzden heykeller kendileri için çok önemliydi. Zira İslamiyet gölgeli ve gölgesiz bütün tasvirleri reddediyordu. Ayrıca İslam hükümlerine göre alkollü içki de yasaktı. Bu sayede İslam dinine karşı örtülü de olsa karşı çıkma imkanı buluyorlardı.
İşte heykelleri koruma içgüdüsünün en önemli ayrıntısı bu noktada düğümlenmektedir. Bir sonraki yazımızda konuyu biraz daha açacağız, vesselam…