301 işçinin ölümüyle neticelenen Soma faciasının (13 Mayıs 2014) üzerine birçok sözler verilmişti. Hatta büyük vaatlerle bir de kanun çıkarıldı. Ama dağ fare doğurdu. Zira kafayı iş güvenliğine yormak yerine, Torba Yasa’yla başka ihtiyaçları karşılamaya kilitlendiler. Torba Yasa’nın içine –Tüp bebekten öğretmen atamalarına, vergi cezalarının yeniden yapılandırılmasından belediyelerin öğrenci yurdu kurmasına kadar- ilgili ilgisiz her şey dolduruldu. Herkes ümitle iş güvenliğinde adım atılacak diye beklerken, internet özgürlüğü de Torba Yasa’yla darbe yedi. Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi durumunda, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na, 4 saat içinde, resen internet erişimini durdurma yetkisi verildi.

Memleket elden gidiyor; PKK her gün bir askeri öldürüyor; işçiler kötü şartlar ve ihmal yüzünden hayatını kaybediyor… Zirvedeki siyasetçilerin işi gücü ya paçayı kurtarmak ya günü kurtarmak.

Karaman Ermenek’teki maden kazası üzerine siyasetçiler bölgeye akın etti. Hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi onlar da yakınıyorlar. Objektifi birazcık kendilerine çevirmek yerine, işvereni suçluyorlar. Bu vesileyle televizyonlarda konu tartışılıyor ve hükümetin iş güvenliği açısından ne kadar özensiz davrandığı daha iyi ortaya çıkıyor.

* 13 Mayıs’tan bugüne kadar, madenlerdeki ölümlerin son bulmadığı rakamlarla ortaya konuluyor. Haziran, temmuz, ağustos, eylül aylarında, Türkiye’de toplam 31 maden işçisi daha hayatını kaybetmiş. Toplu halde olmadığı için, bu ölümler gündeme pek fazla gelmedi. Ama ailelere ateş düşmeye devam ediyor.

* Soma’daki ölümlerin sebebi olarak görünen “Hadi hadi” düzeni son bulmadı. Ne kadar çok kömür üretirsen, o kadar çok para kazanırsın. Kâr hırsı sürüyor. Peki 301 kişi hayatını kaybetmişken, Soma A.Ş. ne oldu? Hem eski madenini 5 gün aradan sonra işletmeye başladı hem de Amasya’da yeni bir maden sahası aldı. (Bütün maden ruhsatlarının verilmesinde son imzanın Başbakan’ın uhdesinde olduğunu da unutmayalım. Yetki, sorumluluk getirmez mi?) Eksikler giderildi mi? Mesela yeterli oksijen maskesi alındı mı? İçeriye temiz hava taşıyan plastik borular yerine demir borular döşendi mi? Yaşam odaları kuruldu mu?

* Kömür ve linyitte 740 işletmede, 49 bin işçi çalışıyor. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nde sadece 240 denetleme elemanı var. Bir maden ocağının kontrolü için ayırdıkları vaktin, 2 ya da 3 saat olduğu belirtiliyor. Ayrıca, her iş yerinde, iş güvenliği uzmanları bulunuyor. Ama onların parasını işveren ödüyor. Tabii ki, patronun istediği istikamette rapor tutuyorlar. Oysa dünyadaki yaygın uygulamaya göre, işverenlerin parasıyla havuz oluşturuluyor, iş güvenliği uzmanlarının ücreti bu havuzdan karşılanıyor. İşletme sahipleri de onları işten çıkaramıyor. Nedense hükümet, sıraladığım bu düzenlemeleri ihtiva eden teklifi reddetmiş!

* Yasaya göre madenciler işe başlamadan önce eğitimden geçmek zorunda. Ama hiçbiri doğru dürüst eğitim almıyor. Almış gibi, ellerine bir sertifika tutuşturuluyor. Bu durum Soma faciasında gözler önüne serildi. “Eğitim almakta” diye listede isimleri görünenlerden bazıları, o sırada madendeydi ve öldüler.

Sorumluluğu işletmenin üzerine bırakarak, siyasetçi, vicdanını aklayabilir mi? Daha etkili bir denetim için adımlar atıldı mı? Mesela, Bakanlık müfettişlerinin sayısı artırıldı mı? Özel işletmelerdeki iş güvenliği uzmanlarının parasının, işverenlerce değil de özerk bir yapı tarafından karşılanması yoluna niçin gidilmedi? Neden dünyada, madenlerde, bu kadar ölüm vakası meydana gelmiyor? Demek, alınan tedbirler kifayetsiz. 12 yıldır iktidarda olan bir siyasi partinin sorumluluğunu görmezden gelmek mümkün mü?

Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programına katılan bir uzman aynen şöyle dedi: “ İş kazası yok, ihmal var. Dünyada ölüm riski mevcutsa, üretim yapılamaz.” 

Fakat bizde, “Hadi hadi” düzeniyle, her şey daha çok kâra, daha az denetime göre ayarlanmış. Ve maalesef, hiçbir siyasetçi sorumluluğunu kabul edip, istifa etmiyor. İşletme sahipleri de yeni maden sahaları alarak ödüllendiriliyor.

Kaçak Saray ve 100 milyonlar

AKSaray’daki resepsiyon, maden kazası yüzünden iptal edildi. Oysa birçok kişi, koşa koşa bu kaçak yapıya gidip, orada görünmeye can atıyordu. Maalesef ahlaki değerleri yavaş yavaş kaybediyoruz.

AKSaray’ın Atatürk Orman Çiftliği’nde, yürütmeyi durdurma kararına rağmen inşa edilmesine bir tepkiniz yok mu ya da bu inşaat için sarf edilen 1 milyar lira sizi hiç rahatsız etmiyor mu? Üstelik Sayıştay raporuna göre çok sayıda usulsüz harcama gerçekleşmiş.

El kesesinden sultanım, develer olsun kurbanım… 

Cumhurbaşkanlığı’nın bütçesi de %100 artırılarak 397 milyon liraya yükseltildi. Tabii bir de 436 milyon liralık özel uçak var…

“Çankaya Köşkü’nü beğenmedik, bu yüzden kendimize yeni bir köşk yaptırdık. İstanbul’a geldiğimizde de cumhurbaşkanlarına tahsis edilen Huber Köşkü’nde değil, kamulaştırdığımız Vahdettin’in Çengelköy’deki köşkünde kalacağız…” 

Oysa selefiniz 10 milyonlarca lira harcayarak, Çankaya Köşkü’nü ve Huber’deki muhtelif binaları baştan aşağıya yenilemişti.

AKSaray’ı, Vahdettin Köşkü’nü ve uçağı Başbakan kullanacaktı. Ama Erdoğan cumhurbaşkanı seçilince, hepsinin üzerine oturdu. Bence bu da Ahmet Davutoğlu’na saygısızlık.

Fakir fukaranın rızkından kesilen paralarla, bunca lüks ve ihtişam ancak dikta rejimlerinde olur. Ve ancak bu gibi ülkelerde kimsenin sesi çıkmaz; herkes, sorgulamadan davet edildiyse gider, el etek öper.

Peki yolsuzluk iddialarının hesabını vermeyen bir cumhurbaşkanıyla aynı karede görünmek de mi sizi rahatsız etmiyor? O zaman kapı arkalarında şikâyet etmeyiniz. Böyle başa böyle tıraş.

Mukayese 

Yılmaz Özdil’in verdiği bilgilere göre:
Beyaz Saray: 55 bin metrekare
Kremlin Sarayı: 25 bin metrekare
Buckingham Sarayı: 77 bin metrekare
Elysee Sarayı: 11 bin metrekare
Dolmabahçe Sarayı: 64 bin metrekare
AKSaray: 300 bin metrekare

Akreditasyon 

Köşk’teki resepsiyon yapılamadı… Yapılsaydı, ciddi bir medya ayırımcılığına şahit olacaktık. Taraflı cumhurbaşkanı, Cumhuriyet, Fox TV, Halk TV, Birgün, Evrensel, Aydınlık, Sözcü, Zaman, BUGÜN, Samanyolu, BUGÜN TV ve Kanaltürk temsilcilerinin hiçbirini davet etmedi. Meğer geçmişte, ağızlarından çıkan her söz sahteymiş. Yeni Şafak ya da Kanal 7 çağrılmıyor diye, akreditasyonu antidemokratik buluyorlardı. Ben de başörtüsünü, imam hatipleri ve Erdoğangilleri savunduğum için, davet edilmiyordum.

Mühim olan, böyle bir davete gitmek değil. Çünkü aslında orada bulunmak bir külfet. Fakat birçok gazetenin ya da gazetecinin üzerinin çizilmesi, her muhalifi düşman gibi gören bir zihniyetin yansıması. Üzücü olan bu.