Son zamanlarda ülkemizde yaşanan hadiseler, terör olayları yürekleri yakmaya devam ediyor ve gerçekten sabrımızı zorluyor. Yaşananları anlamaya çalışırken, ‘neden, nasıl, niçin’ sorularına farklı açılardan bakıp farklı cevaplar verebiliriz.

Benim bu sorulara cevabım şudur: Merhametsizlik.

Maalesef merhametsizliğin giderek arttığı bir dünyada yaşıyoruz. Dünyanın pek çok bölgesinde yaşanan ve tüm insanlığın gözleri önünde cereyan eden savaşlar, terör
olayları, şiddet ve baskılar, çevrenin bilinçsizce tahribi insanlığı gitgide bir şiddet sarmalına sürüklüyor. Özünde şefkat ve merhamet barındıran, daha dünyaya geldiğinde en az anne sütü kadar şefkat ve merhamete muhtaç olan insan, kendinden uzaklaşıyor, fıtratına yabancılaşıyor. Kuşkusuz bu durum günümüz insanını tedirgin ediyor.

Yaşanan bu acı tablo, şefkat ve merhameti yeniden kuşanmayı ve özümüzde var olan merhamet duygusunu tekrar ele almayı ve tabir yerindeyse bir merhamet seferberliğinde bulunmayı gerekli kılıyor.

Varlık alemi, rahman ve rahim olan Yüce Allah’ın rahmet ve merhameti ile var olmuş ve yine O’nun sonsuz rahmet ve merhametiyle varlığını devam ettirmektedir. Kur’an-ı Kerim’de: “Allah’ın lütuf ve rahmeti sizin üzerinize olmasaydı ve Allah çok esirgeyici ve çok merhametli olmasaydı haliniz nice olurdu?” (Nur, 20) buyrulumuştur. Annenin evladı üzerinde titreyip şefkatle bağrına basmasından, hayvanların yavrularına olan düşkünlüğüne kadar hepsi, Cenab-ı Hakk’ın bahşettiği şefkat ve merhamet sayesindedir. Alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili  Peygamberimiz de insanlığın hasret kaldığı merhameti, sadece insanlara değil, hayvanlara, bitkilere, canlı cansız her şeye karşı göstermiş ve “ Merhamet etmeyene, merhamet edilmez.” Buyurarak herkesin şefkat ve merhamete muhtaç olduğunu, merhamet arayanların öncelikle kendilerinin merhametli olmaları gerektiğini hatırlatmıştır. İnsanların hemcinslerine ve diğer canlı cansız varlıklara karşı şefkat ve merhametle davranmalarını tavsiye eden ayet ve hadisler, İslam’ın bir rahmet ahlakı ve merhamet medeniyeti olduğunu göstermektedir.

Toplumsal barışı, huzur ve kardeşliği yeniden inşa etmenin yolu; insanlığın benlik duygusundan sıyrılarak sevgi, şefkat ve merhamet duygusunu içine sindirmesinden ve merhameti yaşayan bir değere dönüştürmekten geçmektedir.

Anadolu’nun gönül  insanlarının;

“incitme sen kimseyi, kimseye incinme hem,

Güler yüzlü, tatlı dil, her ağzın balı ol,

Güneş gibi şefkatli, yer gibi tevazulu,

Su gibi sehavetli, merhametle dolu ol.”

Sözlerine kulak vermek, bugün toplum olarak belki de en fazla muhtaç olduğumuz hususlardan biridir.

Mutlu ve huzur dolu bir dünya da yaşamak istiyorsak, tüm varlıklara, özümüzde var olan sevgi ve merhametle davranmalıyız.

Bugün merhametini kaybetmeyenler Akdeniz’de batan teknedeki mültecilerden, evini yurdunu kaybeden insanların halinden, canlı bombaların son verdiği hayatlardan
etkileniyor ve üzülüyor.

Gelin çocuklarımızı merhamet öyküleriyle büyütelim, ümitsizlikle kararan kalpleri merhamet güneşiyle aydınlatalım. Üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi, sökelim sahte su borularını, ev ev merhamet şebekesi kuralım. Okşanmadık yetim, doyurulmadık aç, giydirilmedik çıplak, dokunulmadık dertli yürek bırakmayalım.
Gelin merhameti kuşanalım ve merhametle kuşatalım dünyayı.

Selam ve dua ile.