Gelişmekte olan ülkelerde ve fakir dünyada sanayi kuruluşları; finansör ve yatırımcıların gözetiminden uzak yerlere kurulmuştur. Bu mülkler, üzerindeki hakların yeterince belgelenmemiş olmasından dolayı kolaylıkla sermayeye dönüşememektedir. İnsanların birbirlerini tanıyıp güvendikleri yerlerin dışında mülk satışı yapılamamaktadır. 

Keza kredi almak için ipotek yapılamamakta ve bir yatırıma karşı hisse olarak değerlendirilememektedir. Hâlbuki Batı ülkelerinde örneğin Fransa’da gayrimenkul satışı sonrasında notere gitme mecburiyeti bulunmakta ve bu sayede satıcının gerçek olup olmadığı, binanın vergi borcu gibi birçok bilgiyi tutulan kayıtlardan öğrenme imkânı bulunmaktadır. 

Gelişmiş Batı ülkelerinde ise her parsel arazi, her bina, her bir makine ve teçhizat, mülkiyet belgesi ile tescil edilmiştir.  Bu varlıklar ekonominin bütünü ile ilişkilendirilerek büyük bir katma değer elde edilmektedir. Bu temsili süreç sayesinde varlıklar maddi mevcudiyetinin yanı sıra gözle görülmeyen paralel bir yaşama sürecine dâhil olmaktadırlar. Kredi almak için ipotek edilebilmektedirler. Yapılan araştırmalarda ABD’de yeni bir iş kurmak için en önemli finansman aracı olarak müteşebbisin evi üzerine konulan ipotekler gösterilmektedir. 

Tescil edilmiş varlıklar aynı zamanda mülk sahibinin kredi sicilinin öğrenilmesi için bir araç vazifesi de görmektedir. Alacak ve vergilerin tahsil edilmesi için mesul olunan bir adres, güvenilir bir kamu tesisinin kurulmasına yol açmakta hesapların denetlenebilmesine imkân sunmaktadır. 

İpoteğe isnat eden tahviller gibi ikincil piyasalarda satılabilecek menkul kıymetlerin tesisi için bu temel esas alınmaktadır. Bu sayede gelişmiş Batı ülkeleri varlıklarına adeta hayat vermekte ve sermaye meydana getirmek için önemli bir araç haline dönüştürmektedirler.

Fransız yöneticilerin verdiği bilgilere göre 9800 noterin Faaliyet gösterdiği Fransa’da 600 milyar Euro’luk bir işlemin yarısı gayrimenkul araçlardan gelmektedir. 300 Bin Euro’luk bir konutun satışından devlet 17300 Euro vergi almakta noterlik kurumunun etkin olması sayesinde kayıtdışılığın neredeyse sona erdiği, ifade edilmektedir. Satışların gerçek değerleri üzerinden yapılması da ülkelerin gelişmesine büyük katkılar sağlamaktadır.

Üçüncü dünya ülkeleri ve eski komünist ülkeler ise bu temsili süreci tam olarak yaşayamadıkları için sermaye yetersizliği sorunu ile karşı karşıya kalmaktadırlar. AB Süreci ile birlikte eski komünist ülkelerde bu sorun aşılmaya başlamış ise de diğer gelişmemiş ülkelerde sermaye yetersizliği hala en önemli sorun olarak durmaktadır. Bu durum adeta hisse senedi ve tahvil ihraç edemeyen şirketlerin problemine benzemektedir. Temsil edilmeyen varlıklar birer ölü sermaye şeklinde karşımıza çıkmaktadırlar.

Bu konu anlaşıldığı takdirde problem de teşhis edilmiş olur. Problemin çaresini de yarınki yazımıza bırakalım…