Avrupa haritası incelendiğinde binlerce mil uzunluğunda suyolları göze batacaktır. Sadece Avrupa değil, Amerika, Asya kıtası dahi suyolları ile kaplanmış olup Türkiye ne yazık ki bu konuda çok geç kalmıştır.

Bazı siyasetçiler, Yeniçerilerin “iztemezük” yaygaralarına paralel olarak anlaşılması güç nedenler ileri sürerek ülkemizin yararına olan bir çok projeye karşı çıkmaktadırlar. Bunun vebali çok büyüktür. Bu nedenle dünya üzerindeki meşhur bir örnekten yola çıkarak işin vahametini anlatmak gerekiyor.

Wasserstrassenkreuz Magdeburg (Magdeburg Su Yolu) Avrupa'nın en büyük su köprüsüdür. Elbe nehrinin üzerinden geçen köprünün üzerinden de ayrıca gemiler geçebilmektedir. Yanlış duymadınız bu köprü gemilerin geçişi için yapılmış olup “gemi köprüsü” de denilebilmektedir.

Bir köprü ne için yapılabilir ki? Araba, hayvan, yük taşımacılığı veya tren... Fakat bu yapı köprü hakkında insanın bütün bildiklerini unutturacak bir yapıdır.  Su, daha doğrusu bir nehrin akışını sağlamak için yapılmış sadece köprüden Elbe nehrinin geçtiği Magdeburg Su Köprüsü (Magdeburg Water Bridge) Almanya'nın Magdeburg kentinde 1997'de yapımına başlanmıştır. Toplam 6 yıl inşası süren akarsu köprüsü 2003 yılında hizmete açılmıştır.

Önemli bir mühendislik çalışması olan bu köprü Elbe nehrinin istenilen güzergahta Mittelland Kanalı ile karışmaması ve üstüne üslük kocaman gemilerin üzerinden yoldan ve rahatça geçebileceği şekilde tasarlanmıştır. Almanlar bu köprüyü yaparak denizcilik konusuna ne derece önem verdiklerini göstermişlerdir. Peki, sadece Almanlar mı? İngilizlerin de denizcilikte ileri olduğunu biliriz.

Ya Fransızlar? Onlarda bu konuda çok gayretli ve denizci milletlerdendir. Paris’e elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmet Çelebi de seyahat notlarında Fransızların denizciliğe verdiği önemi izah etmiştir.

Bu zat; Yeniçeri ocağında iken Peç Seferinde şehit düşen Süleyman Ağanın oğludur. Kendisi de Yeniçeri ocağında yetişmiştir. Yirmisekizinci ortada hizmet gördüğü için hayatı boyunca bu isimle anılmıştır. 1720 yılında bu görevde bulunduğu sırada Fransa’ya büyükelçi olarak gönderildi. Osmanlı Devleti'nde ilk defa olarak devamlı bir elçilik görevi ülke dışına çıkan devlet görevlisi olan Mehmed Çelebi, Paris’te on bir ay kaldı. Dönüşünde, seyahati sırasında gördüklerini bir kitap halinde padişaha sundu.

Mehmet Efendinin, "Fransa’nın vesait-i umran (deniz vasıtalarının) ve maarifine dahi layıkıyla kesb-i ıttıla ederek (anlaşılmasına) kabil-i tatbik olanların takriri (uygulanması mümkün olanların raporu)" için gönderildiği anlaşılmaktadır. Aynı zamanda Sefâretnâme’si tarihî ve edebî açıdan bu alanda yazılmış en önemli eserlerden bir tanesidir.

Kitabında İstanbul-Paris yolculuğu, Bordeaux üzerinden Paris'e varışı, detayları ile anlatılmaktadır. 1720’de Akdeniz ile Atlantik arasında Güney Fransa’da bir suyolu olduğunu öğreniyoruz. Kim bilir daha kaç yıl önce işletmeye açılmıştır?

Kitabında; XV. Louis tarafından kabul edilişi, katıldığı askeri merasimler ve Paris’in ilgi çekici yerlerini konu edinmiştir. Mehmed Çelebi ayrıca, giyimi, hali, tavrı, konuşması ve terbiyesiyle, başta saray olmak üzere, ilim ve teknik kurumlarından ve genel anlamda Fransızlardan da takdir görmüştür. Fransa o dönemde ittifak arayışı içinde ve talepkar bir konumda olduğundan elçiye gösterilen ilgi ve özeni anlayabiliyoruz.

Bu eserin yazılması üzerinden neredeyse 3 asır geçmiş olmasına rağmen ülkemizde hala denizciliğin ve suyollarının öneminin idrak edilememesi, büyük bir talihsizliğimizdir. Bu açığı nasıl kapatıp gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarız ayrı bir meseledir lakin “Kanal İstanbul” sayesinde suyollarından yararlanma kültürümüzün gelişeceğinden şüphe duymuyorum.

500 yıl boyunca Tuna nehrinden taşımacılık yapan ve Süveyş Kanalı gibi çok önemli işleri projelendiren ecdadımızdan ders almalıyız. Abdülhamid Han, 110 yıl önce Konya Suyolu projesi ile hem sulama hem de nehir taşımacılığından yararlanmak için adımlar atmaktaydı. Yeniden büyük devlet olmak için denizciliği ve suyolu taşımacılığı gündemimizin ilk sıralarına almamız gerekiyor, vesselam…