Biz ise FETÖ örgütünü bu sayede net bir şekilde tanıma fırsatını bulmuştuk. İslam’ın en önemli emirlerini değiştirmeye çalışan bir kişi; işte fırsatını bulsa her türlü fenalığı yapabilirdi. Nitekim 15 Temmuz 2016 darbesinde masum sivillerin öldürülmesi cinayetini işleyebilmişlerdir.
FETÖ örgütünün yaptığı fenalığın en açık delili ve göstergesi oruçtu. Öğrenciliğimizin ilk yılında oruç yasak olduğu halde bizimle beraber tutan öğrenciler, FETÖ’nün kancasına takılınca; oruç tutmak serbest bırakıldığında dahi bu sefer Ramazanı yemeğe başlamışlardı. Niçin böyle yaptıkları sorulunca “midemden rahatsızım” diyerek o basit akıllarınca insanları kandırdıklarını zannediyorlardı.
Bu hain FETÖ-Faşist işbirliği sonucunda dindar askerler üzerindeki kıskaç her geçen gün daha da artıyordu. Dini engelleme ve yasaklar 1980’li yılların tamamında acımasızca devam etmişti. Faşist darbeci Evren “irtica” yaygaraları ile insanları kışkırtıyor komutanlar da hukuksuz ve yasadışı emirler yayınlayarak dindar askerler için “ bunları komayın, yaşatmayın” diye kendi komutası altındaki birliklerinde terör estiriyorlardı. Her türlü zulmü gencecik vatan evlatlarına reva görmekten çekinmiyorlardı.
İşte bunun en insafsızca uygulaması 1987 yılında Deniz Harp Okulunda uygulamaya konulmuştu. Bu zulmü yaşayan bir deniz subayı, yaşadıklarını bana şöyle anlatmıştı:
“Sizin sınıf yani 9000’ler mezun olduktan sonra 7 son sınıf öğrencisi ki bir tanesi Deniz Lisesi birincisi idi, hepsini okuldan attılar. Birkaç ay sonra subay olacak olan bu öğrenciler derslerinde başarılı olduğu gibi okulun en disiplinli öğrencilerindendi. Sırf gözdağı vermek için namaz kılan bu öğrencileri okuldan uzaklaştırdılar. Yüklü bir senet ile ceza ödettikleri yetmiyormuş gibi bir de eğitim haklarını da ellerinden almışlardı. Okulda tam bir terör vardı. Gerçi o yıl Ramazan orucu yasaklanmamıştı. Fakat iftar ve sahur yemekleri çıkarılmıyordu. Üstelik kahvaltı, öğle ve akşam yemeklerine girmek mecburi idi. Girmeyen öğrencilerin sırası boş kalıyor, bu öğrencileri disiplin cezası ile cezalandırıp hafta sonu izinsiz bırakıyorlardı”.
İşte “Çin işkencesi” adı verilen zulmün Türkiye uygulaması böyle oluyordu. Resmen oruç tutan öğrencileri yıldırmak için yemeğe zorla sokup eziyet ediyorlardı. Bu subay arkadaşımı; musibet ve sıkıntıların geçici olduğunu, bunun devamlı olamayacağını ve sabredenlerin büyük mükâfat ve ecir kazanacaklarını söyleyerek; teselli etmeye çalıştım.
Nitekim 1987 yılı benim için de çok zorlu geçmişti. O yıl ki irtica teröründen ben de etkilendim. Deniz Harp okuluna çağrılarak öğrencilere “namaz kılmak ve dini kitapları okutmaya çalışmak” suçu ile okul yönetimi tarafından suçlandım ve sorgulandım.
Hucümbot filosunda görev yaparken bir Ramazan günü yapılan bu sorgulamada zavallı öğrencileri karşıma dizip “irtica” iddialarını; yüzüme karşı söylettiler. Ben de yaşadığım gerçekleri sorgulamayı yapan komutanlara ve öğrencilere söyledim.
Yetkisi olmadığı halde bu soruşturma işini yapan Bahriye Mektebinin Komutanı idi. Bana cevap hakkı bile tanımadan bağırıp çağırmıştı. Bu hukuksuz olarak sorgulamayı ise Öğrenci Alay Komutanı yapıyordu. Bu şahıs daha odasına girer girmez sahsıma karşı alaycı bir yaklaşım ile küstahça davranmıştı.