Bu saygısız tutum; almış olduğum askeri terbiye kurallarını bir tarafa koymama neden olmuştu. Artık öğrenci değil bir subaydım. Gerçi öğrenciye karşı da bu derece saygısız davranılmaması gerekirdi.
Bana “seni niçin buraya çağırdık biliyor musun” diye alaycı bir şekilde soru sormuş “evet biliyorum soruşturma yapıyorsunuz” diye cevap verince; “o zaman anlat bakalım” diyerek aklınca korktuğumu zannedip bir çeşit yoklama çekiyordu.
“Okulda aşırı sol faaliyetler var” dedim. “Anlamadım” deyince “okulda komünist faaliyetler var” diye tekrarladım. Bana “saçmalama be!” dedi. İşte o an birikmiş olan bütün kızgınlığımla “Siz ne biçim Alay Komutanısınız, okulda irtica yok, komünist faaliyetler var fakat farkında değilsiniz” diyerek çeşitli örnekler verip bağırıp çağırmaya başlamıştım.
Rütbem Teğmendi ve yeni olduğu için pırıl pırıl parlıyordu. Karşımdaki Alay Komutanı ise bütün öğrencilerin en önünde tören yürüyüşü yapan bir Kurmay Albay idi. Benim yüksek sesle cevap vermem karşısında Alay Komutanı mos mor olmuştu. Sözlerime tahammül edemeyerek makam odasını terk edip gitmişti.
Odadan ayrılıp muhtemelen Okul Komutanının yanına gittiğini düşünmüştüm. Çünkü bütün işleri okul komutanı yürütüyordu. Bir müddet sonra dönünce yüzü hala mosmor idi. Yanında daktilo yazan astsubayları getirmişti ve beni soru yağmuruna tutmaya başladı. Bildiklerimi bütün içtenliğimle ve pervasızca haykırdım. Zaten gözüm kararmıştı ve ordudan bu şekilde atılmaktan da korkmuyordum. Önemli olan herkesin çok iyi bildiği fakat gizlediği bazı gerçekleri haykırmak ve kayda geçirmekti.
Karşıma zavallı askeri okul öğrencilerini dizdiler. Çocuklar tir tir titriyordu. Beni tanıyıp tanımadıkları ve ne yaptığımı sorunca “bize namaz kılmamız konusunda baskı yapıyordu” ve “dini kitapları okuyun” dediğimi söylediler. Bana dönüp “doğru mu bunlar” diye sorulunca “evet doğru fakat baskı yapmayıp tavsiye ediyordum” dedim. Sonrasında Alay Komutanına “20 yaşına gelmiş öğrencilere baskı yapmak mümkün mü” diye sordum. Bütün bu konuşmalar görevli astsubaylar tarafından daktilo ediliyordu.
Saatler süren sorgu sualden sonra nihayet Alay komutanının aklına gelmiş olacak ki “oruç tutuyor musun?” diye sordu. “tutuyorum” deyince de okulda görev yapan askerlerin karavanasından yemek getirilmesini söyledi.
Ramazan iftarımı açarken de Alay Komutanın hala çenesi durmuyordu. Artık cevap vermemeye başladım. Sorularına cevap vermeyince de o da sustu. Bana 50 sayfaya yakın konuşma tutanağını imzalattılar. Her sayfasını oku ve imzala dediler. Söylenilen her şey aynen yazılmıştı. Sözlerimden başka farklı bir şey görmedim ve bütün sayfaları imzaladım.
Daha sonra beni görev yaptığım birliğime gönderdiler. Her halde yakında “beni de ordudan atarlar” diye düşünmüştüm. Lakin başka soruşturmalar daha oldu. Yapılan yanlışlıklar fark edilmiş olsa gerek ki benim soruşturmadan bir olumsuz durum çıkmadı. Yüzbaşı rütbesine kadar savaş gemilerinde ve karargah birliklerinde görevime devam ettim.
Bu soruşturma sonucunda oldukça yüksek bir özgüvenim de meydana gelmiştim. Dini konularda saygısızlık yapanlara beklemedikleri kadar sert cevaplar verip susturmaya başlamıştım.
Nihayet eşimle birlikte başörtüsü yasaklarına uymadığım için önce “şüpheli” sonra da “sakıncalı” kategorisine alınarak 28 Şubat 1997 döneminde Yüksek Askeri Şura Kararı ile re’sen emekli edilerek ordudan ayrılmak zorunda kaldım.
Ordudan ayrılış belgesinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in imzası vardı. Bu dönemde faşist generallerden çekinen seçimle işbaşına gelmiş sivil yöneticiler; verdikleri sözlere rağmen benim gibi binlerce askeri ordudan atmışlardı.
Bunun sonucu ise ortadadır. FETÖ örgütü ile beraber faşist generallerin işbirliği ile her 8-10 yılda bir kesintisiz darbe süreci devam etti. En sonunda 104 Amiral’in skandalı ortaya çıktı. Fakat darbe muhtıralarına çok benzeyen bu emekli amirallerin bildirisi ters tepmiş; kendilerine karşı soruşturmalar açılmıştı. Neticede halkın seçtiği siyasetçilere parmak sallayan ve ayar vermeye çalışan bu darbe sever amirallere bir tepki gösterilmesinin zamanı gelmiş ve geçmekteydi.
Bu yazıyı okuduktan sonra FETÖ örgütünün nasıl palazlandığını ve dindar insanların gözünün yaşına bakılmadan nasıl ordudan tasfiye edildiğini anlayabilirsiniz. “Bahriye’de 15 Yıl” isimli bir kitap yazarak bu konuları daha detaylı bir şekilde yayınlayıp neşrettim. Bu kitap ilk olarak 1997 yılında yayınlandığı halde maalesef hiçbir ders alınmadı. Kesintisiz darbe süreci değişmeden devam etti.
İnşallah bu makale ve kitaplardan ders çıkaran yöneticiler olur. Orduda dindar insanlara karşı yürütülen acımasız müdahalelere artık bir son verilir, vesselam…