Tam zamanlı çalışan ve doğrusunu söylemek gerekirse acınası hâlde olan kadınları dikkate almak gerekiyor. Neredeyse hepsi çocuklarını çok özlemiştir ve evliliklerinin kopma noktasına geldiğini ifade ederler. Ne var ki işlerine âşıktırlar. Ne yapmakta olduklarını merak ederek “Bir başkası bunu iyi yapıyor da, ben mi beceremiyorum. Benim eksiğim ne?” diye sormaktadırlar. Aslında bu kadınların bir eksiği yoktur. Fakat işlerin gidişatında bir yanlışlık var. Çünkü günümüzde aileler baş edilebilir küçük topluluklar olmaktan çıkıp kaos burçlarına dönüşmüştür. İki gelirli aile ki bununla ebeveynden her ikisinin, doğum izinleri biter bitmez yıl boyu tam zamanlı olarak çalışmasını kastedilmektedir. Bu bir tuzaktır. Zira iş, çocukları yetiştirmeye gelince, eve ekmek getirme denklemin yalnızca bir boyutudur. Evde, geleneksel olarak annelerin yapmakta oldukları şeyleri yapmak için, birinin olmayışından kaynaklanan tükeniş ise muazzam derecede büyüktür. Varlıklı ailelerin içindeki çalışan annelerin her daim bir bakıcı anneye muhtaç olduklarını söyleyip durmaları işte bu yüzdendir. Evet, bunca zamandır annelerin ne yapıp durduklarını sanıyoruz ki? Bonbon şekeri yedikleri ve yan gelip yattıklarını mı? Kadınları, hayatlarında daha “değerli” bir şeyler yapmak için evlerinden kaçmaya sebep olan şey işte tam da, bu evdeki kadın tiplemesidir.
Bu çok büyük bir saygısızlıktır. Bugün anneler çalışmak “zorunda”, denilir. Eğer hayatı devam ettirebilmek için, özellikle hayatın pahalı olduğu semtlerden birinde yaşıyorsak, iki gelir isteyen bir ekonomi inşa etmişiz demektir ki söz kısmen doğrudur. Fakat anneler, fakir olduklarından evlerinden ayrılmıyorlar. Tam tersine o yöne doğru çekildikleri için yani çalışma hayatına zorlandıkları için evlerini terk ediyorlar. Çünkü feministler evdeki anneyi, hayatını bebeklerine bakarak israf eden talihsiz bir hanım olarak tasvir ettiler ve ediyorlar. Bırakın bunu daha az eğitimli hanımlar yapsın, diyerek insanları aldatıyorlar. İşte iki gelirli aileyi yani kadınları çalışmaya zorlayan bu insafsız, seçkinci ve merhametsiz anlayıştır. Çocuklarına baktıklarından dolayı kadınları öven makaleler ise çok azdır. Halbuki ev hanımı annelerin yaptığı işin öneminin altı çizilmelidir.
Onların toplum içindeki statülerini yüksek göstermek gerekir. Eğer bu durum kapitalistleri üzecekse, varsın üzsün. Ülkemiz çalışan annelere dair makalelere, filmlere, televizyon programlarına, kitaplara ve haberlere doymuştur. Ev hanımları ise hak ettiği saygıyı ne yazık ki göremiyor. Bu yazı çalışan anneleri ayıplamak için yazılmamıştır. Maksat anneliğe dair yanlış anlamaları ayıplamak için ifade edilmiştir. Evet, kadınlar iş ve aileyi de başarılı şekilde götürebilir, fakat ikisini aynı anda götüremez. Aslında, İki Gelir Tuzağı eserlerinin mesajı; kadınların hayatlarında iş ile aileyi bir araya getiren bir hayatı inşa etme gayretidir. Suçluluk hissi duymadan, pişmanlık duymadan yüksek bir özgüven ile yanlış anlamaları ortadan kaldırma gayretidir. Bu kitaplarda geçen tüketim hastalığı; doktora tezinde işlemeye çalıştığım “Kapitalizm Sonrası Dönem: Malikiyet ve Serbestiyet Devri” çalışması ile çok yakından alakalıdır. Tezde kısaca; kapitalizmin tüketim alışkanlıklarını maniple ederek insanları bir çeşit “ücretli köle” haline getirdiği ifade edilmektedir. İnsanlığın bu ücret tuzağından kurtularak “Malikiyet ve Serbestiyet devrine” geçileceği anlatılıyor. Bu konu ile ilgili olarak daha çok yazı kaleme alınması gerekiyor, vesselam…