Malum, Suriye’de iç savaşa dönüşen devrim süreci, İran ve Rusya’nın Esed rejimini desteklemesi, IŞİD’in ortaya çıkması ve ABD’nin PKK/YPG ile olan angajmanları çerçevesinde akamete uğradı. Türkiye ise kendi ulusal güvenliği ile Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ile mülteci akınlarının bitmesi için doğrudan askerî müdahalelerde bulunarak sınır hatlarında belli bölgeleri nüfuzu ve himayesi altına aldı. Bunu yaparken de meşru Suriye muhalefetini destekledi. Türkiye, Suriye devriminin ilk dönemlerindeki ideallere tamamen bağlı kalamasa da en azından Suriye’nin demokratikleştirilmesi ile bir siyasal çözüm arayışını desteklemeye devam etti. Bunun için Esed rejimi ile görüşmeler yapma iradesi dahi ortaya koydu; ancak istediği karşılığı göremedi.
Türkiye temelde mülteci meselesinin hallolacağı, insanların güvenle ülkelerine dönebileceği siyasi, askerî ve iktisadi açıdan istikrarlı bir Suriye’yi inşa edecek çözüm arayışında. Bu sayede PKK/YPG meselesinin de nihayete ereceğini düşünüyor. Ancak Esed rejiminin uzlaşmaz tavrı ve TSK’nın Suriye’den çekilmesini bir şart olarak ortaya koyması bu yaklaşımın da ilerlemesini engelliyor.
Gelinen aşamada Suriye iç bütünlüğünü kaybetmiş, on milyonlarca insanın yerlerinden edildiği, çoğunun ülke dışında mülteci konumda olduğu, Türkiye, Rusya, İran ve ABD askerlerinin konuşlandığı bir yürüyen ölü konumunda. Hâlâ kâğıt üzerinde sınırlarının belli olması Suriye’nin toprak bütünlüğünü garanti altına almıyor maalesef. Esed rejimi, kendi bölgesinde İran ve Rusya’nın desteği ile zar zor ayakta durabiliyorken kontrolü altındaki nüfusa tatmin edici ölçüde ne güvenlik ne de gıda temin edebiliyor. İsrail’in, canı istediği zaman bombaladığı bir yeden bahsediyoruz. Ülkenin Fırat’ın doğusundaki önemli bir kısmı, ABD desteği ile PKK/YPG’nin kontrol altında. Burada, özellikle Suriye’nin çok fazla ihtiyacı olduğu enerji kaynakları var. Diğer alanlarda ise Türk askeri ve onun eğitip donattığı Suriye Millî Ordusu hâkim. İdlib bölgesi ise HTŞ’nin varlığı ile daha da çetrefilli bir görüntüye sahip.
Bölgede yaşanan kaos ve çatışmalar Suriye’yi etkilerken İsrail, PKK/YPG gibi terör örgütlerini Türkiye ve diğer aktörlere karşı kullanmak için kullanışlı araç olarak görüyor. Bu da ‘PKK/YPG’nin oluşturduğu tehdidi daha da tahkim ediyor’ denilebilir. Türkiye’nin, Suriye’de kendisine yönelen mevcut ve olası tehditleri bertaraf edebilmek adına hızlı hareket etmesi gerekiyor.
Bu bağlamda Türkiye’nin önünde birkaç senaryo var diyebiliriz.
Birincisi, mevcut durumun statüko hâline gelmesi. Türkiye’nin Suriye Millî Ordusu ile birlikte kontrol ettiği bölgelerin ihya edilerek korunması karşısında ise ABD/PKK/YPG bölgesi ile rejimin İran/Rusya varlığı ile muhafazası. Bu durumda Türkiye özellikle PKK/YPG bölgesini zaman zaman askerî olarak hedef alıp var olan tehdidi kontrol altında tutma ve sınırlama stratejisini içerecektir. Dekapitasyon süreci ile PKK’nın Suriye’deki lider kadrosu hedef alınarak örgütün Irak-Suriye hattındaki komuta kontrol yapısı zayıflatılmaya çalışılacak. Ancak ABD’nin himayesi ve askerî yardımları, PKK/YPG’nin Suriye ayağını gittikçe daha da güçlendirecek, kurumsal bir yarı-devlet mekanizması da adım adım inşa edilecektir. Bu da Türkiye için bu senaryonun kabul edilebilir olmasını zorlaştıran bir etki üretir.
İkincisi, Trump döneminde ABD ile uzlaşarak PKK/YPG’ye verilen desteğin sonlandırılmasını sağlamak. Bu bağlamda TSK ve ABD ordusu, Suriye sahasında birlikte hareket etmeye başlar; ABD, Türkiye ile koordineli şekilde çekilirken; Türkiye, geride kalan PKK/YPG kadrolarını tasfiye ederken SDG’nin yapısı değiştirilerek Suriye Millî Ordusuna entegre edilir; ABD hava sahasında hâlâ etkin olurken yeni yapı, İran ve Esed rejiminin bölgede nüfuzunu artırmasını engeller.
Üçüncü senaryo ise ABD, Rusya, İran ve Esed rejimine rağmen Türkiye’nin, PKK/YPG’ye yönelik kapsamlı askerî harekâtlar başlatması. Tel Rıfat, Menbic, Ayn el Arap ve Kamışlı gibi bölgelerden PKK/YPG tasfiye edilebilir. Burada ilgili ülkelerle karşı karşıya gelinmesi ve olası askerî/iktisadi sonuçlar, yönetilmesi gereken önemli zorluklar olarak görülüyor. Bu senaryoda, PKK/YPG’nin Suriye’de oluşturduğu tehdit büyük ölçekte elimine edilirken mültecilerin geri dönebileceği geniş bir coğrafyada da kontrol sağlanmış olacaktır.