Hazine ve Maliye Bakanlığına atanan Nureddin Nebati’ye yeni görevinde başarılar diliyorum. Yapmış olduğu devir teslim töreninde “En önemli önceliğimiz yüksek faiz değil, yatırım ve istihdamdır” diyen bakanımızı birçok çevre desteklemektedir. Elbette bu konuda aynı düşüncede olmakla birlikte yıllardan beri dile getirdiğim bazı önemli tavsiyelerim de olacaktır.
Bu tavsiyelerimin başında 1975 yılından beri ülkemizde başarı ile uygulanmakta olan “faizsiz bankacılık” sisteminin kamu kurumlarında daha etkin bir şekilde yer alması gelmektedir. Zira faiz ve tefecilik dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar ülkemizde yaygın ve güçlüdür.
Her şeyden önce kamu bürokratları ve akademisyenlerin düşünmesi gereken bir husus var. Negatif faiz adı verilen Japonya, İsviçre, Danimarka ve İsveç gibi ülkelerde uygulanan bir olgu vardır. Dünyanın gelişmiş ekonomilerinde ve ABD’de ise faiz “0” ve “0.25” gibi neredeyse yok denecek kadardır.
Bu konuda faiz ve tefecilik bataklığına batmış bazı bürokrat ve akademisyenlerimizi ikna etmek çok zordur. Aslında bugüne kadar faizden başka bir sistemi görmeyen ve göremeyen kişilere iktisat kaidelerinden bahsetmek çok da yararlı bir şey değildir. Fakat makale sınırlarını bir parça aşmış olsa da bunu yapmaya çalışacağım.
Zira faizci ve tefeci insanların zekaları ve beyin havsalası bunu idrak etmekten ve anlamaktan acizdir. Fakat yine de herkesin anlayabileceği bir dilde izah etmeye çalışacağız. Lakin bundan önce yaşadığımız döviz krizi ile ilgili olarak birkaç hususu arz etmek istiyorum.
ABD başkanı Biden, seçilmeden önce Türkiye’nin içişlerine müdahale ederek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı iktidardan indireceğini ve bunu darbe ile yapmayacağını söylemişti. Bu skandal sözlerin çirkinliği bir yana şu anda tam da söylemiş olduğu gibi bir askeri darbe yapmadan döviz kurlarını aşırı derecede yükselterek hükümetimize darbe vurmaya ve yıkmaya çalışmaktadır.
Son bir ay içinde dolar kurunda yaşanan yüzde 50’ye varan yükselmenin başka bir izahı yoktur. Faizin indirildiği için bu durumun meydana geldiğini iddia edenler ya iktisat ilminden anlamıyorlar ya da düpedüz yalan söylüyorlar. Çünkü doların bu kadar artmasına neden olacak deprem, afet ve savaş gibi hiçbir olay yaşamadık.
Eğer kovid salgını nedeni ile çok fazla para bastığımız iddia edilirse şunu söylemek mümkündür. Bu salgın son bir ay içinde ortaya çıkmadı. Keza son bir ay içinde değil; yıllardan beri Merkez Bankası para basmaya devam ediyor. Demek ki döviz kurlarındaki artış çok açık olarak görülüyor ki ABD ve Batı işbirlikçisi ülkeler tarafından meydana getirilmektedir.
Şimdi biraz da ezber bozacak hususlara değinelim. Döviz artışı kısa vadede ülkemize zarar vermiş olsa da orta ve uzun vadede ekonomimizin daha da güçlenmesi sonucunu doğuracaktır. Zira ihracatımız artmaktadır. Çok daha rekabetçi döviz kurusayesinde Türk firmaları, Avrupa ve Çin gibi pazarlarına karşı üstünlük sağlayabilmektedir.
İhracatın artması ile birlikte ülkemiz dünyada gayrisafi milli hasılasını en fazla büyütebilen bir ülke olarak 2021 yılına imza atmaktadır. Bu duruma bir de tedarik zincirindeki kırılmaları ilave edecek olursak; Türkiye’nin aynı Çin gibi dünyanın üretim üssü olma durumu söz konusu olmaktadır.