Türkiye Cumhuriyeti resmi tarihi çok fazla çarpıtma ve çelişkilerle doludur. CHP’nin tek partili baskıcı rejimi; bugün dahi gerçeklerden çok farklı bir şekilde anlatılmaktadır. İlkokuldan üniversiteye kadar hatta yüksek lisans ve doktora çalışmalarından sözde “tarih seminerlerine” kadar tek partinin yalanları vatandaşlarımıza hiç utanılmadan gerçekdışı olarak öğretilmeye çalışılmaktadır.
21.Yüzyıl’ın ilk çeyreği bitmek üzere iken dahi bu acı gerçekle karşı karşıya kalmış durumdayız. Peki, bu tarih bilimi adına işlenen cinayetlere hiç ses çıkarmayacak mıyız? Elbette hayır! Hatıra ve anılardan meydana gelen yazılara bu açıdan bakmakta yarar vardır.
Devletin ideolojik bir yapıya büründüğü ve çoğu Sabetay Tarikatına mensup yazarların girdiği çukur öylesine derin ve pislik doludur ki; temizlenmesi çok zordur. Aslında bu yapıya mensup yazarlar ve devletin resmi tarih yalanlarının üretildiği kurum mensupları için düştükleri acınaklı duruma üzülmemek mümkün değildir.
Zira bu çirkin işe çoğu zaman bile isteye girmekte ve devletin kasasından tarih bilimine ihanet etme pahasına bol bol rızıklanmaktadırlar. Fakat “Yalanlarla istediğin yere kadar gidebilirsin, fakat dönemezsin” sözünde olduğu gibi öyle bir an geliyor ki; bu yazarların acı gerçeklerle yüzleşme durumu söz konusu olmaktadır. Bu nedenle yalan söyleyerek battıkça batmaya devam eden bu zavallıları bir kenara bırakalım. Doğruların ve bazen acı dahi olsa gerçeklerin peşinde koşmaya devam edelim. Resmi tarih yalanlarına karşı yapılabilecek en etkili yöntem; kişilerin bizzat kaleme aldıkları anı ve hatıra kitaplarıdır. Resmi tarihin ürettiği yalanlara karşı “birinci tekil şahıs tarafından” yazılan bu kitapların çok büyük önemi vardır. Çünkü bu anı ve hatıra kitaplarında yazının öznesi kitabın yazarıdır. “Buraya gittim” veya “şu sözleri sarf ettim” gibi olaylar izah edilirken tamamen bireysel düşünceler ifade edilmezler. O dönemin sosyal ve psikolojik durumunu da izah etmektedir. Ayrıca anı yazılarında devletin ideolojik süzgecine takılmadan ve resmi tarihe bağlı kalmadan kitap yazmak mümkündür.
Anı ve hatırat hazırlayan çoğu yazar; yaşadığı hatıraları detayları anlatırken alabildiğince özgürdür. İnandığı ve gördüğü olayları yazıp izah etmeye çalışır. Bu kitaplarda resmi tarihin yalanlarını sürdürme kaygısı yoktur. Bilakis çoğu kişiden farklı düşünceler dile getirildiği için yazarın övünç kaynağı olabilmektedir.
İşte bu makalemizde bir bahriye subayının başından geçen olayların anlatıldığı kitaptan özetler vererek; gerçek tarihimize ışık tutmaya çalışacağız. Bu sayede resmi tarihte geçen fakat mantıklı bir izahı olmayan ve kopuk kopuk anlatılarak mana bütünlüğü bozulan olaylar arasında bir bağ kurmaya çalışacağız. Umulur ki; araştırmacılar gerçeklere bir parça daha yakın olma imkânı bulsunlar.
M. Celalettin Orhan isimli emekli olmuş bir bahriye subayının kitabından bahsederken benzer şekilde kaleme alınan kitapların adını da vermek gerekiyor. Çünkü Türk Deniz Kuvvetlerinin yakın dönemi maalesef karanlıkta bırakılmıştır. Tarihçiler ve denizcilikle ilgili kitaplar basan yayınevleri, bahriye teşkilatımızı ve yapılan birçok önemli işi adeta görmezlikten gelmektedirler. Kendi ağızlarından çıkan bu bilgiler; belirli bir dönemi değerlendirirken sosyal olayların aydınlatılması için eşi bulunmaz fırsatlar sunmaktadır. Birkaç tane örnek verelim:
CHP’nin tek partili döneminde iktidardaki yöneticiler ile ters düşen Rauf Orbay, ne yazık ki ömrünün önemli bir bölümünü yurt dışında geçirmiştir. Fakat yaşadığı olayları değerlendirmiş ve “Cehennem Değirmeni” isimli iki ciltlik siyasi hatıralar kitabını yayınlayarak birçok önemli olayı açıklığa kavuşturmuştur.
Bir başka bahriye subayı olan Türkiye’nin en önemli şair ve edebiyatçılarından olan Necip Fazıl Kısakürek, kaleme almış olduğu “Put Adam” kitabı ile Cumhuriyetimizin ilk yılları hakkında önemli bilgiler neşretmiştir. Fakat ne yazık ki bu kitap birkaç yıl önce yayınlanmış olmasına rağmen mahkeme kararı ile yasaklanarak, toplattırılmıştır.
Makalemizde geçen Celalettin Orhan’ın anılar kitabı da; Orbay ve Kısakürek gibi cesur ifadeler ile doludur. Ne ilginçtir ki; önceki yazarlarının başına gelen felaketler Orhan’ın başına gelmemiştir. Bunun en önemli sebebi; kitapta sık sık geçen CHP Genel başkanı hakkındaki övücü satırlar olsa gerektir. Fakat kitabın bütününe ve Orhan’ın başına gelen olağanüstü olumsuz durumlara baktığınızda; bu yazarın yine de bazı kurumların haksız baskılarına maruz kaldığını görmeniz mümkündür.