Lozan’da Türkiye’ye biçilen rol ve çizilen sınırlar dünyanın önemli ülkelerinde tartışılmıştır. Bu husus bazı ülkelerin arşivlerini açması ile birlikte daha iyi anlaşılmıştır.
Birinci Dünya Savaşının galip devletlerinden olan İngiltere ve Fransa’da da Türkiye’nin geleceğinin belirlenmesi konusunda çok ciddi tartışmalar yapılmıştır. Bu konuda İngiltere Başbakanı David Lloyd George ile Dışişleri Bakanı Lord Curzon arasında derin görüş ayrılıkları bulunuyordu. Başbakan Lloyd George Yunanistan’ın Türkiye’yi işgalini desteklerken Curzon buna karşı çıkıyordu.
Lloyd George, 6 Aralık 1916’da başbakan olduktan sonra 1. Dünya Savaşı’nın son iki yılında, beş kişilik “Savaş Kabinesi” ile İngiliz savaş politikasını yönetmişti. Savaş sonrasında toplanan Paris Barış Konferansında Fransa Başbakanı Clemenceau ve ABD başkanı Wilson üzerinde kolay bir üstünlük kurmuştu. Savaştan sonra başta Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere, yeni kurulacak dünya düzenini belirlemekte baş rolü oynamaya çalışıyordu.
Fakat milli mücadelenin zaferle sonuçlanmasından sonra 1922 Eylül’ünde çıkan Çanakkale krizi Başbakan’ı çok zor duruma düşürmüştü. İngiltere’deki olaylar şu şekilde gelişmişti:
İzmir’in kurtuluşundan sonra Fahrettin Altay komutasındaki Türk süvari kolordusu, Çanakkale Boğazı üzerinden İstanbul’a yönelmişti. Türk ordusu, Çanakkale’de bulunan İşgal kuvvetlerine bir ültimatom vererek geçit hakkı istemişti. Bunun üzerine bölgede bulunan Fransız birlikleri Fransa Başbakanı’nın emriyle geri çekildiler. Fakat İngiltere Başbakanı Lloyd George ise reddederek İngiliz kuvvetlerine direnme emri verdi ve hükümetindeki bir grup bakanla birlikte bir bildiri yayınlayarak Türkiye’ye savaş ilan edileceğini duyurdu.
Yeni bir savaşı istemeyen Kanada Başbakanı, savaşa İngiltere hükümetinin değil, Kanada parlamentosunun karar vereceğini belirterek, Kanada siyasi bağımsızlığını fiilen ilan etmiş oluyordu. İngiliz kamuoyu ve Muhafazakâr Parti ileri gelenleri de Türkiye ile savaşa karşı çıkınca işler iyice karışmış Dışişleri bakanı Curzon ve Savaş Bakanı Winston Churchill de başbakanın çatışmacı politikasına karşı çıkınca; 19 Ekim 1922’de koalisyon parçalanmış ve hükümet düşmüştü.
Bir dönem Hindistan Genel Valisi olan Dışişleri Bakanı Curzon ise 1922 de kurulan Andrew Bonar Law’ın kabinesinde yeniden aynı göreve gelmiş ve çok daha rahat hareket etmeye başlamıştı. 1922-1923 Lozan görüşmelerinde İngiliz heyetine başkanlık etmişti. Curzon, Türkiye ile ilgili olarak takip ettikleri İngiliz politikasını İngiliz kabinesine 4 Ocak 1920’de şu şekilde belirtmişti:
“Türkiye, İstanbul’dan başka başkent olarak her nereyi seçerse ona izin verilebilir. Çünkü eğer mevcut fırsatı değerlendirmezsek bundan nesiller boyu pişmanlık duyacağız. Kendimize; gelecekte bela, entrika ve Doğu Avrupa’da savaşlarla dolu bir miras bırakmış olacağız. Ayasofya daha önceki 920 yılda bir Hıristiyan kilisesiydi ve belki artık dini kullanımı olmayan bir anıt olabilir. Amacımız, homojen bir Türkiye oluşturmak ancak Türkiye’nin tekrar Avrupa’ya bir sorun olarak dönmesini engellemek ve diğer milletler üzerindeki nüfuzunu yok etmektir. Böylece bizim için sıkıntılı olan yüzyıllardan beri uygulanan Osmanlı yönetimi tekrarlanmayacaktır.
Hayatımın uzun yıllarını Müslüman halklar arasında seyahat ederek ve onları inceleyerek geçirdim. Eğer Müslümanlar İstanbul’da bırakılırsa bu durum tüm Doğu dünyasında, İngilizlerin onu tahliye etmeyeceklerine değil, yapamayacaklarına dair ikna edici bir kanıt olarak kabul edilecektir.
İstanbul, Doğu dünyasında manevi üstünlüğün değil, siyasi gücün sembolüdür. Eğer yeni bir milliyetçilik biçimiyle yüzleşmek zorunda kalırsak, toplanma noktası ve ilham kaynağı İstanbul’daki bir Halife olursa, onlara büyük ölçüde katkıda bulunacak bir prestij ve ivme kazandırmayacak mıdır?
Mısır’daki isyanı engellemek ve Mısırlıyı, Türklerle ilişkisinin sonsuza kadar koptuğuna ikna etmek için gereken tek şey, eski hükümdarları olan Halifenin Haliç’ten kaybolması olacaktır. Almanya’nın Doğuya gidişini engellemek ve Çanakkale Boğazı’nı insanlığın yararına açık tutmak için İstanbul Türkiye’den alınmalı ve bir serbest liman olarak Müttefik ulusların eline verilmelidir”.
Sonuç olarak Curzon Lozan’da istediklerini almış Boğazlar Bölgesi ve İstanbul; “askerden arındırılmış” bir bölge haline getirilmiştir. Halifelik kaldırılmış ve İngiliz İmparatorluğu için en büyük tehlike de ortadan kaldırılmıştır.
Yıllar sonra Montrö sayesinde İstanbul ve Boğazlar üzerindeki egemenlik haklarımızın bir kısmı geri alınmış Misak-ı Milli sınırları içindeki Hatay ülkemize katılmıştır. Fakat Boğazlar üzerindeki egemenliğimizin tam olarak ilan edilebilmesi için “serbest geçiş rejimi” hala uygulanmaktadır.
Umarım Kanal İstanbul projesinin yapılmasının önemi şimdi daha iyi anlaşılmıştır. Zira Boğazlardaki kontrolün aynen Boğazlar Tüzüğü ile yapılan değişiklik gibi yapay suyolları inşa edilerek sağlanması; ülkemizin gücüne güç katacaktır, vesselam…
İngiliz Kabinesinde Türkiye’nin Geleceği İçin Neler Söylendi?
Vehbi Kara
Yorumlar