Bu taş üstüne taş koymama anlayışının en kötü örneğine geçen hafta şahit olduk. İlk defa bir CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) “Temel Atmama Töreni” düzenleyerek dünya üzerinde emsali görülmemiş bir skandala imza attı. İSKİ yolsuzluklarını, çöp patlatma cinayetlerini ve nice rüşvet rezaletlerini bilirdik de böylesine ilk defa şahit olmuştuk.
Silahtarağa İleri Biyolojik Arıtma Tesisi skandal bir kararla iptal edilmeye çalışıldı. Çok şükür Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum devreye girerek hükümet bütçesinden bu projenin yapılması için devreye gireceğini açıkladı.
İnşallah Kanal İstanbul Projesi de İBB’nin bütün engellemelerine karşın sonuçsuz kalır. Çünkü sadece Türkiye’nin denizciliği açısından değil boğazlardaki milli egemenliğinin sağlanması açısından da önem kazanmıştır. Çünkü her gün yüzlerce gemi 15 milyonluk İstanbul’dan geçerek insanlarımızın hayatını tehlikeye atmaya devam etmektedir.
Bu konuda yani Kanal İstanbul’un önemine dair çok sayıda yazı kaleme aldım. Fakat yeteri kadar önem verilmediği için hükümet yetkilileri tarafından da unutulup gitmeye başlamıştır. Özellikle Rusya ile ilişkilerimizde sorun çıkarmaya elverişli olan bu proje öyle görünüyor ki tamamen rafa kaldırılmıştır.
O halde kanal ve suyollarının önemine dair bazı maddeleri tekrar hatırlatmakta yarar vardır. Umulur ki sağır kulaklar duyar ve ülkemizin dünya üzerinde önemli bir güç olduğunu ispatlayacak bu projenin değeri kavranmış olur…    
Önce tarihi gerçeklerden başlayalım. Osmanlı Devleti, denizciliğe verdiği önem sayesinde dünyanın en güçlü devleti haline gelmişti. Sadece Karadeniz değil Akdeniz’in büyük bir bölümünde, Kızıldeniz, Umman Denizi ve Basra Körfezinde büyük donanmalar bulundurarak devletin ekonomik, sosyal ve kültürel yönden güçlü olmasını sağlamıştır. Bu sayece 600 yıl süren bir ömür sürmüştür.
Ne zaman ki denizcilik ihmal edilmiş liyakatsiz kişiler denizcilik ile ilgili görevlere getirilmiş işte bundan sonra gerileme hız kazanmış İslam toprakları bir bir Hristiyan devletlerin eline geçmiştir.
Denizcilik denilince sadece açık denizlerde donanma bulundurmak, ticaret gemileri ile yük taşımak akla gelmemelidir. Özellikle Tuna ve Nil nehirleri başta olmak üzere su yollarından yararlanarak yük taşımacılığı yapmak ve ülke savunmasını destek olmayı da düşünmek gerekir.
Su yollarından yararlanmak adına Sokullu Mehmet Paşa ve Cağaloğlu Mehmet Paşa’nın projeleri ne yazık ki şimdiki CHP gibi o yıllardaki “istemezükçüler” yüzünden akim kalmıştır. Halil İnalcık’ın tez konusu olarak seçtiği Don-Volga Kanalı bu açıdan çok özel bir suyolu projesidir.
Volga Nehri’ne Tatarlar “İdil“ demektedir. Bu nedenle Don-İdil Suyolu adıyla yarım kalmış çok önemli bir denizcilik projesinden ibret almamız gerekiyor. Denizcilikten anlamayanların engellemeleri nedeniyle yarım kalan bu kanal projesini tamamlamak Joseph Stalin’e nasip olmuştur. Nitekim 2. Dünya Savaşı sonrasında esir alınan Alman askerleri ve halk düşmanı olarak tanımlanan muhaliflerin sürekli vardiya usulü çalıştırılmasıyla bu kanal; beş yıllık bir kazı çalışması sonucu 1952’de bitmiştir.