Yıllardır Deniz Harp Okuluna cami yapılması için gayret ediyorum. Gitmediğim yer çalmadığım kapı kalmadı. Hiç kimse bana “Olmaz, cami yapamayız” demedi. Tam tersine haklısın, yapacağız, edeceğiz diyerek, kapıyı gösterdiler. İşin kötüsü hala tek taş konulmadı.

Bu iğrenç durum sadece denizcilerin kaderi değildir. Havacı arkadaşlarım da aynı sorunla yüz yüze kalmış olup bir tane vicdanlı devlet adamı çıkıp bu sorunu çözememiştir.

Hâlbuki 1930 yılında yıkılan Bahriye Mektebi Cami, Heybeliada’nın tek camisiydi. Bu cami, Osmanlı’dan kalma olup sanatsal açıdan değerli bir eser idi. Üzerinde özgün bir hat ile yazılmış beyitler bulunuyordu. Devrin komutanları, Reisicumhur M. Kamâl’e şirin görünmek için bu güzelim camiyi yıkmıştır. İki yıl boyunca hem ada, hem de Bahriye Mektebi camisiz kalarak gerçekten bir facia yaşandı.

Heybeliada’da bulunan Hristiyanların kendi mezheplerine göre kiliseleri ve Yahudilerin havrası vardı. Nihayet bir hayırsever adaya cami yapmak fırsatını buldu. Şimdilerde iskelenin yanında ikinci bir camii daha var.

Bu rezalet hala devam ediyor. Şu anda Tuzla’da bulunan Deniz Harp Okulunda hala bir cami yok. Güya bir mescid açmışlar. Fakat çoğu zaman kapalı olan bu oda, mescid bile sayılamaz.

Bu konuyu Cumhurbaşkanına, Başbakanlığa ve Milli Savunma Bakanlığı bürokratlarına sözlü ve yazılı olarak ilettim. Cevap olarak resmen utanmadan Deniz Harp okulunda cami var diye resmen yalan söylediler. Başbakanlığın verdiği cevap hala bende duruyor. Böylesine çirkin yalanlarla ne yapmaya çalışıyorlar hala anlayabilmiş değilim.

Şunu da hiç düşünmüyorlar mı? Yahu Kara Harp Okulunda pek güzel bir cami var. Aynı statüde olan Deniz ve Hava Harp okullarında cami neden olmaz. Karacılar Müslüman da bu okulda okuyanlar Müslüman değil midir? Namaz kılmak sadece karacı askerlere mi farzdır?

Askeri garnizonlarda “en azından NATO standartlarına uygun bir şekilde cami yapılmalı” diye yazıp söylediğim zaman maksadı çarpıtıp “eskiden namaz kılmayanlara falakaya yatırıyorlardı” diyerek işin içinden çıkmaya çalışan çakallar var. Kendilerini zeki zanneden bu ahmaklar, kimseye zorla namaz kıldırmak gibi bir derdimin olmadığını çok iyi biliyorlar.

Maksadımın “namaz kılmak isteyenlere din ve vicdan özgürlüğü kapsamında engel olunmaması gerektiğini” anlatmak olduğunu da iyi biliyorlar. Lakin münafıklık böyle bir şeydir. Camiye ve namaza düşman olan bu zavallı insanlar, ellerinden geldiği kadar bu hayırlı işe engel olmaya çalışıyorlar.

Ellerinden geleni artlarına koymasınlar. Nasılsa bunun hesabı ruz-i mahşerde görülecek. Bu dinin sahibi olan Allah, her şeyi görüyor ve biliyor. Burada gayretim devlet yöneticilerini ikazdır. Bunu yapana kadar bana ayrılan sütunlarda bu hatayı düzeltmek için uğraşacağımı ve kimseden korkmadığımı, iyi bilmeleri gerekir.

Askeri okullarda cami bulunması sembol olması açısından çok önemlidir. Birisi bu okulu ziyarete geldiğinde camiyi görünce “Burası İslam ordusudur” diyecektir. Öyle ki içinde hiç namaz kılan kimse olmasa bile askeri okullarda cami bulunması bu açıdan çok önemlidir.

Evet, askeri okullara cami yapılması devletin önemli görevleri arasındadır. Bunu yaptıktan sonra sorumluluk devletten çıkıp şahsın boynuna biner. Öğrenci, ister namazını kılar ister kılmaz, onun hesabı Allah’a karşıdır. Fakat namaz kılıyor diye bir öğrenciyi fişlemek, kandil gecelerinde taciz etmek, Cuma namazını kılmasına mani olmak ve terfiini engellemek büyük bir suçtur. Ne dinde ne de laik yönetimlerde buna yer yoktur. Bilakis dinine bağlı askerler terfide daima öncelikli olarak sıralamaya alınır, alkol ve uyuşturucu kullananlar en sona bırakılırlar. Bütün dünya ordularında böyledir.

FETÖ örgütü işte bu yasaklamalar yüzünden semirtilip büyümüştür. Hâlbuki namaz kılanlara cezalar verilip yasaklanmasa idi FETÖ örgütü bu durumu istismar edip dallanıp budaklanamazdı. Bu dehşetli örgütün ülkemize verdiği zararların temelinde bu yasakçı anlayış vardır.

Bunu bizim baltalara anlatmak zordur. Zira rakı içmekten beyinleri sulandığı için körü körüne her şeyini taklit ettikleri Batı dünyasının bu davranışını asla icra etmezler. İşlerine gelmeyince kör, sağır ve dilsiz olurlar. Yahu savaş vakti gelince iman gücünden daha tesirli ne vardır ki; askeri düşman üzerine gönderebilsin. Bunu dahi anlamaktan acizdirler…

15 Temmuz 2016 tarihi bu konuda da bir milat olmalıdır. Halka rağmen halka zorla dayatılan seküler yaşam biçimine artık bir son verilmesi elzemdir. İnancının gereğini yapmak isteyen her vatandaş gibi askeri şahıslar da namazını kılabilmeli, Cuma namazlarına iştirak edebilmelidir. Ne yani çok şey mi istiyorum?

Tarihi olayları hatırlatarak bu duruma nasıl geldik; bunu anlamak mümkündür. Bu konuyu askeri okul öğrencisi oluğum Bahriye mektebinden örnekle izah edebiliriz. Nasıl oldu da bu tarihi eser özelliği olan adanın tek camisi yıkıldı? Daha da ilginç olan husus şudur. Tuzlada yeniden inşa edilen Bahriye Mektebi, Annapolis’teki ABD Naval Akademinin benzeri olduğu halde, niçin o görkemli ibadet yerine benzer bir cami yapılmadı? Bu sorunun cevabı biraz can yakıcıdır. Lakin söylemekten de geri durmamak gerekir.

Çünkü Deniz Harp Okulunun camisini M. Kamâl yıktırmıştır ve yerine kimse cami yapmaya cesaret edememektedir. İşin çok basit cevabı budur…

Peki, bunu nereden biliyoruz. Bir hatıradan nakledeyim: Cem Özmeral isimli bir zatın babası, Deniz Lisesi’nde ikinci sınıfta okurken 1934 yılında M. Kamâl, Heybeliada’yı ziyarete gelir. Deniz Lisesi’nde kısa bir müddet kalır, ama giderken okul komutanı ve etrafındaki erkâna bir arzusunu iletir. Arzusu ve isteği şudur: “Laik Cumhuriyette kışlanın ve okulun içinde bir caminin bulunması doğru değildir. Cami en kısa zamanda okulun dışına çıkarılmalıdır. Belki lise binaları, komutanlık binası ve tek minareli cami 1834 den beri burada görevlerini beraberce sürdürmektedir ama onuncu yılını yeni tamamlamış laik Türkiye Cumhuriyeti’nde, Cami ve Devletin yeri ayrıdır”.

M. Kamal’ın arzusu emir telakki edilir ve birkaç gün içinde cami yıkılır. Lakin garnizon sınırları dışında yeni bir yere cami inşa edilmemiştir. Resmen adada uzun bir müddet cami olmamıştır. Kilise, havra var, cami yok. Bir Müslüman ülkede böylesine acı bir durum yaşanmış…

Şimdi bir de bu hatıraların doğruluğuna göz atalım: M. Kamal’ın bütün deniz seyahatlerini kronolojik bir sırayla içeren bir sitede onun ilk Heybeliada seyahati ile şu bilgiye rastlamak mümkündür. “11 Eylül 1934: Atatürk’ün, öğleden sonra Ertuğrul yatı ile Tuzla’dan Dolmabahçe Sarayı’na gelişi, Akşamüzeri motorla Heybeliada’ya geçerek İsmet Paşa’nın köşküne gidişi, Akşam Dolmabahçe Sarayı’na dönüşü”.

Evet, tarih tutmaktadır. Anlaşılan İsmet Paşa’nın yazlık evine ziyarete gelmiş, buradan da Deniz Lisesi’ni ziyaret etmişti. Bu ziyaret önceden planlanmamış olmalıydı çünkü bu ziyaretle ilgili resimlere başka yerlerde rastlanmamıştır. Fakat solgun resimler bu durumu ispatlamaya kâfidir. Çünkü albümlerde iki resim arasında tek fark ikinci resimde caminin minaresinin olmayışı idi. Bu da hatırada anlatılanlara uyuyordu. Cami yıkıldıktan sonra minaresi kaldırılan bina, kütüphane olarak kullanıma açılmıştı.

Beyaz ahşap evlerin arasındaki cami ise 1935 yılında yapılmıştı. Adanın tepelerinde bir yerde kiremit renkli minareli küçük bir cami adada yaşayan Müslümanlara hizmet ediyordu.  Kazasker Abdulkadir Efendinin eşi yaptırmış, Allah razı olsun…

Şimdi de aynı şeyi Cumhurbaşkanımızdan bekliyoruz. Tuzla’da ABD’deki emsaline benzer şekilde inşa edilen Bahriye Mektebine bir cami yapılmalıdır. Yaptığım girişimleri görmezlikten gelmek artık yeter. Ruz-i Mahşer’de çok zor duruma düşmemek için bu feryatlarımı dinlemek lazımdır, vesselam…