Kızıl Elma düşüncesi, Oğuz Türklerinin mitolojik düşlerini simgeleyen bir anlayıştır. Hun, Göktürk ve Selçukluların devlet geleneğinde kullanıldığı gibi Osmanlı Devletinde de 3. Selim dönemine kadar kullanılmıştır.
Askerlerin “Padişahım, biz senin uğrunda ta Kafdağı’nın ötesine, Kızılelma’ya dek varırız” sözü ile saltanata bağlılığı ve itaati, ifade etmektedir. Bir ülkü veya düşleri simgeleyen bir kelime olmasına rağmen Batılılar tarafından “Türk yayılmacılığının” sembolü olarak olumsuz propagandası yapılmaktadır.
Buna karşılık ulusal yemin anlamına gelen “Misak-ı Milli” ise; son Osmanlı Meclis-i Mebusanında 28 Ocak 1920 tarihinde oy birliği ile kabul edilmiş “Milli Mücadelenin” esas kavramı olmuş bir metindir. Bildiri, mecliste “Ahd-i Millî Beyannâmesi” adıyla kabul edildikten sonra Ankara’da toplanan Mecliste de benimsenmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin sınırlarının Mîsâk-ı Millî ilkeleri doğrultusunda çizileceği konusunda yemin edilmiştir.
İlginç bir şekilde Suriye’de operasyonlar yapılırken birileri tarafından “Kızıl Elma” kelimesi öne çıkarılmış ve hükümetin en yetkili ağızları tarafından da dile getirilmiştir. Hâlbuki oybirliği ile kabul edilmiş olan milli yeminimize ulaşamamışken “Kızıl Elma” kavramından bahsetmek bir millete yakışmaz.
Lozan’da Misak-ı Milli sınırlarının hiç birisine ulaşamadığımız gibi İstanbul ve Çanakkale Boğazları, Sevr hükümlerinin neredeyse aynısı olarak kabul edilmiştir. Nihayet Sovyetler Birliğinin “Karadeniz limanlarım tehlikede kalıyor” diretmesi sonucunda 1936 yılında “Montrö Boğazlar Sözleşmesi” imzalanmış ve boğazlar “askerden arındırılmış bölge” statüsünden çıkarılmıştır. Fakat yine de dünyadaki bütün gemiler serbestçe boğazlardan geçebilme hakkına sahip olup haklarımıza tam olarak kavuştuğumuz söylenemez.
Boğazlar ve Marmara Denizini bir kenara bırakalım. Misak-ı Milli sınırları içerisinde bulunan yedi bölgenin; aradan tam bir yüzyıl geçmesine rağmen elde edilememiş olması çok düşündürücüdür. Buna mukabil Kızıl elma diyerek mitolojik kavramları dile getirmek çok gereksiz ve anlamsızdır. Halkımızla alay etmekten başka bir şey değildir.
Misak-ı Milli Sınırlarımızı bütün vatandaşlarımıza iyi anlatmak mecburiyetimiz vardır. Aksi takdirde muhalefet partilerinin “Suriye’de ne işimiz var?” gibi ahmakça sözleri ile karşı karşıya kalmaya devam edeceğiz. Dedelerimizin bize emanet ettiği bu aziz vatanda milli yeminimize sahip çıkmaz isek; gelecek nesiller tarafından “kötü mirasyediler” olarak anılacağımızdan hiç kimsenin şüphesi olmaması lazımdır.
1920 Yılında sınırları çizilen ve bu sınırlara ulaşıncaya dek milli mücadeleye devam etme kararlılığımızı gösteren milli yeminimizi hatırlamakta yarar vardır. Bu sınırlar Batı Trakya, On İki Ada, Batum, Halep Vilayeti, Musul Vilayeti, Deyr-i Zor Sancağı ve Kıbrıs’tır.
Halen ordumuz haklı olarak Suriyeli kardeşlerimize yardım etmek maksadıyla Cumhuriyet tarihinin en büyük yığınağını İdlib’de yapmaktadır. Şubat 2020 sonunda başlayacağı Cumhurbaşkanımız tarafından açıklanan operasyona karşı ne yazık ki bazı çatlak sesler çıkabilmektedir. Misak-ı Milli sınırlarımıza yaklaşmak adına bir fırsat olan bu durumdan rahatsız olanlar bulunabilmektedir. Milli his ve duygulardan yoksun bu insanlara karşı ne kadar ağır söz söylense; müstehaktır azdır.
Biz yine de terbiyemizi bozmadan bu gafilleri bir kenara bırakmaya devam edelim. Fakat kahraman ordumuza dualar edip ilk üç operasyonda olduğu gibi yeni zaferler kazanmasını Rabbimizden niyaz etmek; bu vatanda yaşayan her insanın boynuna borçtur, vesselam…
Kızıl Elma değil Misak-I Milli esastır
Vehbi Kara
Yorumlar