İnsan hakları, din ve vicdan özgürlüğü başta olmak üzere bütün özgürlükleri kısıtlayan askeri vesayet sistemi artık devrini tamamlamak zorundadır. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 15 Temmuz 2016 darbelerinin ortak özelliği; ilhamlarını bizzat M. Kamal’in hayat hikâyesinden almış olmasıdır. Halkı adam etmek için gerekirse silah kullanmak hatta tanklarla ezmek olan bu vahşete bir son vermek gerekiyor. Bu faşist yöntemleri “demokrasi” diye yutturmak isteyen bilim adamları dahi kendine bir çeki düzen verip kursağından geçen milletin verdiği parayı hak etmesi gerekiyor. Cebri keyfi küfriden yani zorla inançsız zorbaların kabul ettirdikleri faşist metinleri metinlerden kanun ve anayasa olmaz. İnsanların din ve vicdan özgürlükleri başta olmak üzere her türlü baskıya karşı korunduğu bir anayasaya ihtiyacımız var.
Her askeri darbeden sonra halkın özgürlük ve hürriyet aşkını engellemek maksadıyla dayatılan ve alternatifi olmayan vesayetçi anayasaların değiştirilmesi vakti çoktan gelmiş de geçmiştir.
15 Temmuz 2016 tarihi bu coğrafyada yaşayan bütün halklar için bir milat olmuştur. Artık kanıyla, canıyla, dişi tırnağı ile özgürlüğünü kazanan bir toplumun önünde hiçbir top tüfek duramaz. Daima 15 Temmuz darbecilerin akıllarına gelecekkâbus dolu rüya görmeye devam edeceklerdir. “Jakoben” ve “baskıcı” yönetim anlayışından vaz geçmek kendi menfaatleri icabıdır.
Bu vesile ile 15 Temmuz’da şehit düşmüş bütün vatanseverler için Allah’tan rahmet diliyorum…
Şimdi en önemli meselelerden bir tanesi mevcut anayasayı değiştirmektir. Zira 12 Eylül 1980 Darbecileri öyle bir anayasayı dayattılar ki mümkün olan en iyi hükümet dahi ortaya çıksa devleti doğru ve düzgün bir biçimde idare edemez. Anayasanın ruhuna sahip olan vesayetçi sistem; Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki görev-yetki dağılımını öylesine içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir ki, hiçbir siyasetçi ağzında kuş olsa dahi bu anayasa ile devleti yönetemez, çatışmalara gebe kalmak zorundadır. Daha önce Cumhurbaşkanı Özal’ın Başbakan Mesut Yılmaz ile çatışması, keza Demirel’in istediği kişi yerine Tansu Çiller’in Başbakanlığa gelerek çatışmaya girmesi hep olagelmiştir. Eğer değişmez ise yine benzer sorunlarla karşı karşıya kalmamız kaçınılmazdır. Faraza başbakan olarak Cumhurbaşkanının oğlu Bilal Erdoğan seçilse dahi bir müddet sonra babası Erdoğan ile çatışmaya girmesi kaçınılmazdır.