Sosyalist sistemde zoraki tedbirlerle lüksü ve israfı yaygınlaştırıp dengelemeye çalışmışlardır. Bu sefer de üretimde başarısız olduklarından toplumun bütünündeki makro dengeler cari planlamaya rağmen sağlanamamıştır. Hülâsa bu bozuklukların temelinde israf alışkanlığı, şükür ve kanaat yoksunluğu yatmaktadır.
İşte İslam’ın getirdiği prensipler, tüketici davranışını Kur'ân ve sünnete dayalı kaidelerle düzenlemeye çalışan bir Müslüman insan modelini geliştirmektedir. İnsan, Halikının verdiği nimetlerden istifade ederken ve onları kullanırken şükretmekle görevlidir. Şükreden insan Allah'ın kendisine verdiği nimeti, onun kadrini bilerek ve diğer hem cinslerini de düşünerek, ihtiyacı ölçüsünde ve ihtiyacı nispetinde kullanır.
Şu halde bir toplumda inançlı fertler, ihtiyaçlarını karşılar¬ken, kendi ihtiyaçlarını makul ölçülerde karşılamak, artan imkânlarını, bu imkânlara sahip olamayan hemcinslerinin istifadesine sunmakla mükelleftir. Bir toplumda kaynakları üretime yönlendirirken insanların zaruri ihtiyaçları ta¬mamen karşılanmaya çalışılmalı ikinci ve üçüncü kademedeki ihtiyaçların tatmini sonraya bırakılmalıdır. Çünkü komşuları aç iken, tok insanlar onlara bigâne kalmaktadır. Peygamberimiz (asm), "Bir kimse, komşusu sefalet içinde aç iken ve kendi elinde imkânları varken buna bigâne kalırsa, bizden değildir" diye buyurmaktadır. Bu hususun izahında Bediüzzaman şöyle seslenmektedir:
"Fakr u zaruret zamanında aç ve muhtaç olanların elemlerinde ehl-i vicdana rikkat-ı cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm, o gayr-ı meşru bir surette kazandığı para ile aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırır. Böyle acip bir zamanda, şüpheli mallarda zaruret derecesinde iktifa etmek lâzımdır. Yüz aç adamın huzurunda kemal-i lezzet ile fazla yenilmez. "
Şu halde para verip, satın alarak soframıza getirdiğimiz ekmeği yerken, bu nimetin, toprağa tohumun ekilmesi safhasından başlayarak, biçilip buğday haline gelmesi, öğütülüp un yapılması, fırında pişirilip ekmek olduktan sonra evlere nakline kadar, birçok insanın işbirliği ve işbölümü ile gerçekleştiğini düşünmelidir. Bu şuur içinde onu yiyerek Allah'ın lütfettiği bu nimete karşı Bediüzzaman’ın tabiriyle "ticaretli bir ihtiramda" bulunmalıyız. Yani onu hasara uğratıp horlayarak, yarısını tabağımızda bırakarak, çöpe dökerek hafife almamalı, hürmetsizlik etmemeliyiz.
Hâlbuki günümüzde bizim gibi orta zenginlikteki toplumlarda bile her gün bin¬lerce ekmeğin yenmeyip, tabaklarda bırakılan yemeklerin çöplere atıldığını görmekteyiz. Tasarruf etmek yerine israf edilmekte bu sebeple ekonomik büyümenin temeli olan tasarruf alışkanlığı ortadan kaldırılmaktadır. İşte bunun adı israftır ve nimetleri hafife almaktır. Yapmamız gereken şey bu nimetleri kullanırken onlara karşı hürmet göstermek israf etmemek gerekir.