Hükümeti eleştirirken bazı insanlar çok ağır tenkitler yapıyorlar. Böyle davranmak ise insaf ölçülerine sığmaz. Zira dünyadaki hiçbir şey “siyah veya beyaz” yani “iyi veya kötü” değildir. Özellikle sosyal olayların renkleri, hatta siyah olsa gri tonları vardır. Bu konuda benim yaptığım eleştirilerde oluyor. Nitekim Ayasofya’nın cami haline getirilmesi için 25 yıldan beri yazıp durdum. Fakat eleştirirken elimden geldiği kadar ağır tenkitlere girmemeye çalıştım. Necip Fazıl Kısakürek’in, Bediüzzaman’ın bu konudaki konuşmalarını nazara vererek; ülkemiz üzerindeki beddua ve lanetin kalkması için bunun gerekli olduğunu dile getirmeye çalıştım. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerekli kanuni düzenlemeleri yaparak Ayasofya’yı yeniden ihya etti.
Daha önce bunun ağır bir maliyeti olacağını iddia eden kişiler, Yunanistan haricinde kimsenin sesi soluğu çıkmayınca, dut yemiş bülbüle döndüler. Ayasofya’nın açılması sonrasında Türkiye ve Azerbaycan, Karabağ’ın kurtuluşu için birlikte savaştılar. Allah, zafer ihsan etti. Kısa bir zaman sonra ise Türkiye’nin ihtiyacını karşılayabilecek düzeyde; Karadeniz’de doğalgaz keşfi yapıldı. Hidrokarbon konusunda dışa bağımlı olan ülkemiz rahat bir nefes aldı. Allah’ın izni ile 21. Yüzyıl’ın “Türk ve İslam asrı” olacağına dair iddialar daha da çok dillendirilir oldu. İşte hükümeti eleştirirken daima büyük fotoğrafı görmeli; birkaç hususa kilitlenerek sonradan utanacağımız tenkitleri yapmamalıyız. Eğer yapacak olursak Ayasofya örneğinde olduğu gibi teşvik edici ve yol gösterici olmamız gerekiyor.
Bu konuda Bediüzzaman’ın günümüzden 110 yıl önce yazdığı Münazarat isimli eseri çok güzeldir. Halkımızı irşat etmek üzere yollara düşerek Doğu bölgelerimizdeki çeşitli etnik gurupların bulunduğu bölgelere gitmiştir. Bazen kuş konmaz kervan geçmez yerlerde dahi sohbette bulunmuştur. Buralarda herkesin merak ederek dinlediği meclislerde; aşiretlerin ileri gelenlerine çok önemli nasihatler etmiştir. Osmanlı devletinin son dönemlerinde ortaya çıkan olayları değerlendirirken çok önemli bir noktaya vurgu yaparak devletin yaptığı icraatlarda aynı mahşerde olduğu gibi iyilik ve kötülüklerin çokluğuna göre değerlendirme yapılması gerektiğini dile getirmiştir. Hükümetle ilgili bir konuda “Nasıl iyilikten fenalık gelir?" sualine şöyle cevap vermiş: “Muhali talep etmek, kendine fenalık etmektir. Zerrâtı günahkârlardan mürekkep bir hükümet tamamıyla masum olamaz. Demek, nokta-i nazar, hükümetin hasenâtı, seyyiatına tereccuhudur (üstün gelmesidir).
Yoksa seyyiesiz hükümet, muhal-i âdidir (imkansız bir durumdur). Ben öyle adamlara anarşist nazarıyla bakıyorum. Zira onlardan birisi -Allah etmesin- bin sene yaşayacak olsa, adeta mümkün hükümetin hangi suretini görse, hülya ile yine razı olmayacak. Şu hülyanın neticesi olan meylü’t-tahrip ile o sureti bozmaya çalışacak… Meslekleri ihtilâl ve fesattır" Aradan onca sene hatta bir asır geçmiş olmasına rağmen benzer durumlar ile karşı karşıya kalıyoruz. Ortaya koymuş olduğu güzel eserlerle ülkemizi yöneten Ak Parti hükümetinin her icraatını olumsuz bulan insanlar çıkıyor. Bu insanlara her ne iyilik yapsanız; yine de çıkıp bir kulp takarak kusur bulacak kadar aşırıya kaçabiliyorlar. Hâlbuki olayları değerlendirirken önceki durumumuz ile bir mukayese yapsalar; hiç olmaz ise bir parça insafa yanaşmış olacaklardır. Elbette daha iyisine layık olmak hakkımızdır. Lakin kimsenin elinde sihirli bir değnek yoktur. İster istemez yapılan icraatların bir kısmı faydalı bir kısmı ise zararlı olacaktır. Fakat her şeyi tenkit ve beğenmemek hastalığına yakalanmış olan insanlar, olaylara siyah veya beyaz olarak bakıp hükümetin yaptığı bütün icraatları çöpe atmakta ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kötülemektedirler. Allah’tan korkmalı ve tenkit ederken haddi aşıp ruzi mahşerde mahcup duruma düşmemek için ölçülü ve insaflı olmalıyız, vesselam…