Şu ahmakça tutum devam etmektedir: Nedenlerin, sonuçları yaptığına inanılan bir evrende; “kim” sorusuna, neden ihtiyaç olsun ki! Bir bilgisayar veya makine gibi; “otomatik olarak işleyen neden – sonuç mekanizma ve programlarının yani doğa kanunlarının olduğu bir evrende; Yaratıcıyı aramaya ne gerek vardır?
Bilimsellik anlayışının zihnimize çizdiği, “determinist ve natüralist” bir evrende; (Haşa) “Allah’a yapacak bir iş kalmamıştır” Olsa olsa; sistemi kurup, kuralları belirleyip, programı yükleyip; artık evrenin varlık ve işleyişine karışmayan; bir “İlk neden tanrısı” olabilir, denilmektedir.
İşte Deizmin tanrısı budur. Zaten bu kabul; şartlı ve kayıtlıdır. Çünkü sonsuz evren veya evrenler olduğu tespit edilirse; evreni, yoktan yaratmak için zorunlu olduğunu düşündüğümüz, bu ilk neden tanrısına da gerek kalmayabilecektir. Yani tanrıya inanmak için de, mantıksal bir gerekçe kalmayacaktır.
Kısaca bu dönemde eğitimde çok moda olan “deist” inancındaki ifadelerinin bağlamından, mantık ve mefhumundan çıkan anlam ve sonuç budur. Bilimsellik felsefesi, evrendeki fizikî bir olaya “o işi yapan ve yöneten” bir Yaratıcı yokmuş gibi bakmaktadır.
Bilimsellikle yüklü ve kodlu mesajlar; bir “ateist” veya “deist” için problem teşkil etmez. Hatta onlar: “Biz de böyle diyoruz zaten! İşte tezimizi; bilim de, bilimsel olarak ispatladı!” diyerek; memnun bile olurlar!
Fakat, bir Müslüman’ın bunu kabul etmesi mümkün değildir. Çünkü Allah’ın izni olmadan yaprak bile kımıldamaz. Kayyum olan yani ayakta tutan sadece Allah’tır.
Maalesef bilimsellik diyerek resmen dinsizliği insanlara yutturmaktadırlar. Farkında olmadan her şeyin otomatik olarak veya kendi kendine çalışan bir evreni benimsetmekte çok başarılı olmuşlardır.
İşte eğitim kurumlarında çocukluğumuzdan beri empoze edilen; zihnimize, tekrar tekrar işlenen bu telkin ve tekrarlar; ateist veya deist bir neslin yetişmesi sonucunu vermiştir. Sonra da kalkıp “yahu bu ilahiyat fakültelerinde yetişen hocalardan amma çok deist var” veya “Kıbrıs dinsizler yüzünden elden gidiyor” denilmektedir.
Temel sorun ise bu uydurma evren hikâyesinin, gerçeğin ta kendisi olduğuna inandırılmış olan insanlardan kaynaklanmaktadır. Zaten basit bir yalan bile, yüz kere tekrarlandığı zaman “gerçek olmasın sakın” diye soru sormaya neden olacaktır. İşte yıllardan beri Yaratıcıdan bahsetmeyen bir eğitim sistemi böyle bir dehşetli sonuca götürmektedir.
İşte bu eğitim sistemi ve anlayışı sonucunda insanların dinden uzaklaştığı deist ve hatta ateist olduğu; vermiş olduğumuz örneklerden de rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Demek ki eğitime yaklaşımı değiştirmek gerekiyor. Okula gönderdiğimiz ciğerparelerimizin ateist-deist olarak karşımıza çıkmaması için aileler başta olmak üzere devletin alması gereken tedbirler bulunmaktadır.
1600 – 1700’lü yıllarda “Rönesans – Reform – Aydınlanma” üçgeninde sistemleşen ve bunun üçüncü sacayağını oluşturup, günümüzde de devam eden, mevcut bilimsellik anlayışının aslında “ inançsızlık” tarafına geçtiğini ve dine düşman olduğunu artık iyice anlamamız gereklidir. Sorunun çözümü de oldukça basittir. Yaratıcıyı daima akla getirecek icraatları ve delilleri ortaya koymaktır.
Hazreti Muhammed (asm) “Dinin direği namazdır” buyurmuştur. İnsan, günde beş defa Allah’ın huzuruna çıkıp ibadet ettikçe “Yaratıcı olan Allah” inancı o kişide kökleşecektir. Öğretmenler, bilim adamları, internet yayıncıları istediği kadar dinsizlikten bahsetsin. Hiçbir sonuç vermeyecektir, veremez de…
Elbette namazdan başka çok önemli bir konu daha vardır. Dini kitaplar okumak ve bu alışkanlığı sağlamak. Her gün hiç olmaz ise 10 dakika imanını kuvvetleştirecek bir kitap okuyan kişiye bütün dinsiz orduları birleşip taarruz etse de Allah’ın izni ile hiçbir zarar veremez.
O halde kitap düşmanlığı yerine kitap sevgisini canımız ciğerimiz çocuklarımıza aşılamaya çalışmalıyız. Nasıl ki dinsizler, ateistler ve deistler yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi tekrar tekrar Allah’ı inkar eden yaklaşımlar ile saldırıyor. Biz de aynı şekilde savunma tedbirlerini almak zorundayız.
Eğitim, öğretim ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayabilmek için çocuklarımıza daha küçük yaşlardan itibaren ibadet etme şuurunu aşılamamız gerekiyor. Örneğin aile içinde namaz vakitlerinde ciddiyetle diğer işleri bırakıp kıbleye yönelmemiz çocuklarımızın ateist ve deist tuzaklara düşmemesindeki en önemli işlerden bir tanesidir.
Keza okullarda ibadetini düzenli olarak yapan öğrencilere ödüller verilmesi ve rol model olarak öğretmenlerin ibadetlerini öğrencilerle beraber yapması inançsızlık hastalığının önündeki en büyük engel olacaktır.
Son kısımda yazdığım hususların bir özeti olarak mühim bir çalışmadan bahsetmek istiyorum. Yıllardan beri Deniz Harp Okuluna cami yapılması için yazıp dururum. Heybeliada’da yıktırılan okulun tarihi camisini o kadar gayret ve emeğe rağmen hala ihya edemedik. Tuzla’da ki ana yerleşkede ise çizimi, modeli, planı, programı kısaca her şeyi hazırlanan fakat camiye düşman bazı şahısların engellemesi sonucu ortaya konulamayan bir cami projemiz var.
Fakat ölmez kalırsam bunları ihya etmek için yine uğraşacağım. Çünkü vatanımı ve milletimi seviyorum. Şehit kanları ile sulanmış bu aziz vatanın ve Kıbrıs’ın ateist ve deist kişilere kalmaması kahraman ecdadımızın emanetlerini korumak mühim bir görevdir, vesselam…