Batı sadece Ortadoğu’da değil bütün dünyada birçok yerde savaşların ve işgallerin, dolayısıyla uluslararası terörün kurucusu ve hamisi durumundadır. Kurdukları terör örgütleriyle biat etmeyen yönetimlere atış üstüne atış yapıyorlar. Demokratik yöntemlerle yapılan seçimlere bile müdahale edebiliyor, ülke liderlerine suikastlar düzenliyorlar ve hizaya getiremedikleri devletlerin masum halklarının üzerlerine bombalar yağdırabiliyorlar. Batı insan haklarını, demokrasi ve özgürlük söylemlerini, Ortadoğu’da ve az gelişmiş ülkelerde, batının menfaatlerini ve sömürüsünü meşrulaştırıcı bir araç olarak kullanır. Dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmek için kalkan yapar. Yayılmacılığına alet eder. Batı, demokrasi, özgürlük ve insan hakları söylemlerini küresel güç odaklarının, İslâm coğrafyasında sömürü, talan, baskı ve kontrolü için bir araç olarak kullanır. Batı, insan hakları, demokrasi ve özgürlük söylemlerini güç dengelerini, tabiat zenginliklerini, petrol ve enerji kaynaklarını kendi ellerinde bulunmak için kullanır. Dünya kamuoyunda yükselen, Anti-Amerikancı ve Anti-Batı söylemlerini demokrasi söylemleriyle bertaraf etmeye çalışır.
Kendi menfaatleri söz konusu olduğu zaman, demokrasinin reddettiği askeri darbeleri bile destekler. Demokrasiyi, zorbalık ve güce dayalı değişimler için, meşruiyet aracına dönüştürürler. Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler Batı’nın çıkarlarıyla örtüştüğü oranda vardır.
Batı, demokrasi, insan hakları ve özgürlük tandanslı söylemleri ile hegemonyasını ve sömürüsünü sürdürüyor.
İslâm coğrafyasında, dikta rejimlerindeki baskıya ve haksızlıklara karşı direniş hareketleri başladı mı yönetimlerin İslâmi örgütlerin eline geçme riskini gördü mü, Batı hemen demokrasi ve özgürlük alternatiflerini öne sürerek İslam’ı önlemeye çalışır. Bu açıdan da batılılar demokrasiyi ve özgürlüğü İslâmî hareketleri önleme mekanizması olarak kullanırlar. Bunun zeminini sağlama almak içinde yerel önderlerle, siyasetçi, düşünür, akademisyen ve din baronlarıyla çalışırlar.
Küresel çetelerin medyasında, yeryüzünün neresine bir zenginlik varsa oraya “demokrasi, özgürlük ve insan hakları” götürülüyor.
Batı'ya hizmet ediyorsanız özgürlük ve insan hakları kahramanlarısınız. Batı’nın işgaline ve haksızlıklarına direniyor ve ülkelerinizi savunuyorsanız, işgale, parçalanmaya karşı çıkıyorsanız, değerlerinizi korumaya çalışıyorsanız terörist olursunuz.
Algı operasyonları o kadar hızlı ve etkili çalışıyor ki;
yayılmacılığa ve sömürüye direnenler anında terörist oluyor, hışımla üzerine gidiliyor. Müslüman olsalar bile biz Müslümanların büyük bir kısmı da onları terörist gözüyle algılamaya başlıyoruz.
Gelinen noktada, hemen hemen bütün Müslüman ülke yönetimleri İslam'la savaşa sürüklendi. Bizi kendi ellerimizle bizi bize kırdırıyorlar, kendi kurşunlarımızla kendimizi öldürüyoruz.
Müslüman dünyanın Batı'ya öfkesi ve kini Müslümanlara karşı kullanıldı. Örgütler yabancı istilacılarla savaştıklarını, onların kontrolündeki zorba rejimlerle savaştıklarını zannederken, aslında kendi ülkelerini parçalıyor, kendi milletlerini ve dindaşlarını vuruyorlardı.
Uluslararası arenada batı ile başlayan müttefiklikler, Türkiye'yi parçalama ve bölme hesaplarına kadar vardı. Müslüman dünyayı kendi içinde kırdırıp küçük küçük devletlere bölme planları sınırlarımıza dayandı.
Teröre karşı olan savaşın, demokrasi ve özgürlük söylemlerinin aslında terörü koruma ve terör üzerinden ülkeleri parçalama, Müslüman’ları yok etme planı olduğu artık görmeyen gözler bile görüyor. Onların demokrasi ve özgürlük söylemlerinin İslâm Coğrafyası için birer işgal ve sömürü stratejileri olduğu, hafızamıza kazındı.
Başta dünyada barışın ve güvenliğin teminatı olduğu iddiasındaki Birleşmiş Milletler (BM) Teşkilatı olmak üzere, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) gibi uluslararası kuruluşlar, dünyadaki bu barbarlıkları ve emperyal saldırıları meşrulaştırma görevi görmekte.
İslâm Dünyası’nın hak ve çıkarlarını korumak, üye devletlerarasında işbirliği ve dayanışmayı güçlendirmek amacıyla kurulan İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliği’nin dünyada olup biten bu gelişmeler karşısındaki suskun tutumları da ayrı bir trajedi.