Adalet, her şeyin ve herkesin hakkını vermek, ölçüsüzlükten uzaklaşarak orta yolu tutmak ve dengeli davranmaktır. Adalet toplumsal huzurun temel unsurudur. Adaletin uygulanmadığı yerde sosyal ve ekonomik dengesizlikler baş gösterir. Haksızlık, anarşi ve kargaşa toplumu huzursuz eder. Bu nedenle İslam dini her türlü ilişkide adaleti, ölçülü olmayı ve barışı esas almıştır.
İnsanların, birbirileriyle olan ilişkilerinde daima adaleti gözetmelerini istemiş, bu konuya şöyle dikkat çekmiştir: “...Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletli davranmaktan alıkoymasın...” (Mâide, 5/8) Çünkü “Allah adâleti, ihsanı (güzel davranışı) emreder.” (Nahl, 16/90) Ayette görüldüğü gibi Rabbimiz adaletli olunmasını, adaletli davranılmasını emretmektedir.
Hz. Peygamber, insanlar arasında ayrım yapmamayı, herhangi bir konuda karar verirken adaletle davranmayı tavsiye etmiştir. Bir gün Kureyş kabilesinden asil bir kadın hırsızlık yapmıştı. Kadını cezalandırmaması için sahabelerden Üsame’yi Peygamberimize göndermişlerdi. Bu duruma kızıp üzülen Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah’ın emri karşısında aracı olmaya kalkışıyorlar. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur: İçlerinden asil, ileri gelen birisi hırsızlık yapınca onu serbest bırakıyor, zayıf ve fakir bir kimse hırsızlık yapınca onu cezalandırıyorlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatma da hırsızlık yapsaydı, onu da cezalandırırdım.” (Buharî, Hudud, 11)
Getirdiği çağrıya inanmayan müşrikler bile Peygamberimizin adil kişiliğini kabul etmişler; birçok konuda onu hakem seçmiş ve verdiği karara saygı duymuşlardır İslâm’ın öğütlediği ahlak anlayışına göre her zaman ve her konumda adaletli davranmak gerekir. Buna göre, idareciler emri altındakiler arasında ayrım gözetmeksizin işleri adaletle yürütmeli, işverenler, çalışanlar arasında adaletli davranmalıdır. Üretici alım ve satımda adaletten ayrılmamalı, ölçü ve tartıyı düzgün yapmalıdır. Aile içi ilişkilerde de adaletli olmak çok önemli bir ilkedir. Anne ve babalar çocukları arasında ayrım yapmamalı ve onların yetişmeleri için gayret göstermelidir.
İslâm barış, esenlik, mutluluk getiren bir dindir. İslâm’ın olduğu yerde adâlet vardır. İslâm’ın olmadığı yerde ise zulüm vardır. Zulüm, lügatte “bir şeyi ait olduğu şeyin dışında bir yere koymaktır.” Hak edenin hakkını vermemek, haksıza hak etmediği bir şeyi vermektir.
Zulüm hakkın dışına çıkmak ve doğru olmayan davranışlardır. Allah’ın koyduğu sınırı, haddi aşmak zulümdür. Rabbimiz bu gerçeği bildirmektedir: “Allah’ın koyduğu sınırı aşanlar zâlimdir.” (Bakara, 2/229); “Allah zulmü, azgınlığı yasaklamıştır.” (Nahl, 16/90)
Dinimizde zulmün her çeşidi yasaktır. En küçüğünden, en büyüğüne her türlü haksızlık, kötülük, cana kıymak, aldatma, kandırma, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, yalan-dolan, iftira, hile insanlara zarar vermek... zulmün muhtevâsına girer. “Doğrusu Allah zulüm edenleri sevmez” (Şûrâ, 42/40) buyrularak zulmün her çeşidinden sakınılması istenmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in bir kudsî hadisinde Allah’ın şöyle buyurduğu bildirilmiştir: “Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldığım gibi, sizin aranızda da (zulmü) haram kıldım. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin.” (Müslim, Birr 55)
Rasûlullah (s.a.v.)’den şöyle buyurur: “Müflis kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Ashâb: “Bize göre hiçbir malı ve parası olmayan kimsedir” dediler. Rasûlullah (s.a.v.): “Benim ümmetimden müflis olanlar, kıyâmet günü namazla, oruçla ve zekâtla gelmiş, fakat şuna sövmüş, buna iftira etmiş, şunun malını yemiş, onun kanını akıtmış, öbürünü dövmüş (haksızlık, zulüm yapmış) işte onun sevabından bu sayılanlara (hak sahiplerine) verilir. Üzerindeki haklar ödenmeden önce iyilikleri biterse, onların hatalarından alınıp ona yüklenir. Sonra da cehenneme atılır.” (Müslim, Birr 60)
Zulmün, haksızlığın cezası cehenneme atılmaktır. “Ancak kim işlediği zulümden sonra tevbe eder ve (davranışlarını) düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Mâide, 5/39) Allah’ın yasakladıklarını yaparak insanlar kendilerine zulmederler. (Bakara, 2/35, 231) İslâm’ın emirlerini terk eden ve haramlardan, yasaklardan kaçınmayan kişi, ilk önce kendi nefsine zulmetmektedir. Bazı haramları, günahları işlerken; hem kendi nefsine ve hem de haksızlık, kötülük yaptığı, zarar verdiği insanlara zulmetmiş olur.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. (Asıl hayat, dünya hayatı değil) âhiret hayatı; işte asıl hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Ankebût, 29/64) Bu nedenle, dünya ve ahirette mutlu ve hzurlu olmak istiyorsak İslâm’a uygun bir hayat yaşamamız gerekiyor.
Yüce Allah insanları şu şekilde uyarıyor: “Kim zerre miktarı iyilik yapmışsa onun karşılığını (faydasını) görür. Kim de zerre miktarı kötülük yapmışsa onun karşılığını (zararını) görür.” (Zilzâl, 99/7-8)
Bir Müslüman hangi görevde, hangi makamda, hangi mevkide olursa olsun; adaletli olması, gururdan, kibirden kaçınması, ayrımcılık, haksızlık, hırsızlık, yolsuzluk yapmaması ve zulümden kaçınması gerekir. Çünkü dünya hayatı geçicidir, imtihandır ve asıl hayat ahiret hayatı olduğundan dolayı, bu bilinçle hayatı yaşamak dünya ve ahiret saadeti için çok önemlidir!