1 Aralık 2019 tarihinde Şekercihan Derneğinin organize ettiği ve Üsküdar Üniversitesindeki Müfid Yüksel’in sunduğu “Medresetüz Zehra” isimli seminere katıldım. İstifadeli bir toplantı oldu. Bu çok önemli konudaki bazı hususlara değinmek gerekiyor.
Öncelikle rahmetli Kadir Mısıroğlu’nun kamuoyuna açıkladığı fakat çok yanlış anlaşılıp anlamsız noktalara uzanan bir konuya değinmek gerekiyor. Bu konuda belgeleri ile açıklama yapan Yüksel’e teşekkür etmek bir borçtur.
O husus şudur: Sultan Reşat Han, Bediüzzaman’ın Medresetüz Zehra Projesi için 19 bin altınlık bir tahsisat ayırmış ve bu tahsisatın ilk kısmını Van Valiliğine göndermiştir. Bediüzzaman’da Van’ın Edremit kazasında Medresetüz Zehra’nın temelini atmıştır. Fakat Birinci Dünya Savaşının çıkması ile birlikte bu çok önemli proje ilerleyememiş ve öylece kalmıştır.
Kadir Mısıroğlu ise bu konuda bazı kişilerin sözlerini yanlış olarak dile getirmiştir. Bediüzzaman hakkındaki bu iddiada “Sultan Reşad’ın Van Üniversitesi için tahsis ettiği 40.000 Reşad altınına el koyup hayatını o altınlarla idame etmesi” gibi bir iddiada bulunmuştur. Halbuki çadır devletinde bile kabul edilmesi mümkün olmayan böyle bir hususun Osmanlı Devletinde yapılması, akıl ve mantığa aykırıdır.
İşte Sayın Yüksel, bu yanlışlığı belgeleri ile ispat ederek tahsisatın ilk kısmı ile ilgili belgeleri devlet arşivlerinden çıkararak araştırmacıların bilgisine sunmuştur. Bu nedenle haksız ve yersiz iddialara belgelerle ikna edici bir cevap verilmiştir. Bu konuda yani Bediüzzaman ile Sultan Reşat’ın görüşmelerini ayrı bir yazı konusu yaparak Müfid Yüksel’in sunmuş olduğu seminere dönelim.
Bu seminer üç-dört yıl önce yine aynı başlıklı seminerden çok farklı değildi. Yukarıda değindiğim hususlara ilave olarak çok az bir değişiklik vardı. Yüksel, Risale-i Nur eserlerinde geçen ilgili leri, kendine özgü bir anlayışla ele almakta ve ona göre yorumlamaktadır. Hâlbuki bu eserleri okuyan binlerce insan; farklı düşünmektedir.
Öncelikle “Darüt Talim” yani ilk mektep ile darülfünun olan Medresetüz Zehra’yı aynı kefeye koymamak gereklidir. Anadil eğitimi ile ilgili olarak ilk mektepte okutulmasını istediği hususlar bambaşka konulardır. Bu iki konuyu ayırmadan ifade etmek hatalıdır, yanlıştır.
İkinci husus; Yüksel’in hayal ettiği Medresetüz Zehra, dil okulu (filoloji) ile ilahiyat karışımı bir modeldir. Hâlbuki Bediüzzaman’ın dile getirdiği hususlar bambaşkadır. Eğitim ile ilgili olarak Münazarat isimli eserinde Bediüzzaman, Arapça ve Türkçe’yi zorunlu görmektedir. Bununla ilgili ifadesi; “lisân-ı Arabî vâcip, Kürdî câiz, Türkî lâzım kılmak” şeklindedir.
Buna karşılık Yüksel; Kürtçe, İngilizce ve Farsça’yı da şart olarak zikretmektedir. Üstelik bu dilleri okuyup yazmak sureti ile çok iyi bir şekilde öğretilmesini istemektedir. Böyle bir şeye ne imkân vardır ne de lüzum vardır. Zira Bediüzzaman’ın bu okuldan maksadı din ve fen ilimlerinin birlikte okutulduğu bir darülfünun, üniversitedir.
Bediüzzaman şöyle der: “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder” İşte daha başka manalara gelecek bir eğitim tarzını sunmak özellikle de dil eğitimini öne çıkarmak asli amaçtan uzaklaşmayı ifade etmektedir.
Üçüncü husus; medrese eğitimindeki kişisel eğitim konusunda farklı bir anlayışı dile getirmektedir. Medrese usulünde eleştirilmiş olan şahıs merkezli eğitim günümüzde neredeyse hiç uygulanmamaktadır. Hâlbuki Bediüzzaman “âdet-i müstemirre olan talim-i infiradiyi, halka ve daireye tebdil etmek” zorunluluğunu dile getirmiştir. Yani tek bir hocadan ders almak veya şahıslara bağlı eğitim yerine; amfi ve sınıflardan oluşan halka şeklindeki dersliklerde eğitimi istemektedir.
Dördüncü olarak; YÖK sisteminden bağımsız bir yüksekokul önerilmektedir. Bu ise birçok açıdan mahzurludur. Örneğin emek verip diploma alan öğrencilere “denklik” problemi getirdiği için kabul edilmesi çok zordur. Tam tersine Bediüzzaman; “Altıncı şart: Bir mahreç bulmak (Günümüzde Profesör ünvanına denk gelen bir kadro) ve müdavimlerin tefeyyüzünü temin etmek; hem de mekâtib-i âliye-i resmiyeye müsavi tutmak ve imtihanları, onların imtihanları gibi müntiç kılmak, akîm bırakmamaktır. Yedinci şart: Dâru’l-muallimîni muvakkaten şu dârülfünun dairesinde merkez kılmak, mezc etmektir. Ta ki, intizam ve tefeyyüz ondan buna geçsin ve fazilet ve diyanet, bundan ona geçsin; tebâdül ile her biri ötekine bir kanat verip zülcenaheyn olsun” demektedir.
Yani Medresetüz Zehra’dan mezun olanlar öğretmen okullarında muallimlik yapabildiği gibi kamu ve özel şirketlerde emsali yüksekokullar gibi denklik ve eğitim standartları açısından zorunluluk gerektiren şartların yerine getirilmesini istemektedir. Bediüzzaman’ın bu konudaki görüşleri gayet açık ve nettir.
Yıllarca üniversitelerde eğitimci olarak çalıştım. Bu konularda benim gibi düşünenler çoktur. Bununla birlikte Sayın Yüksel’in düşüncelerinin de yer aldığı forumlarda yukarıda saydığım hususlar ile birlikte diğer konuların da ele alınıp tartışılması çok önemlidir.
Ne yazık ki Müfid Yüksel’den başka kimse Medresetüz Zehra hakkında çalışmalar yapmamaktadır. Risale-i Nur eserlerini okuyan ve istifade eden hocaların bu konuda kafa yorması, eserler üretmesi şarttır. Özellikle devletin konuya el atarak teşvik edici çalışmalar yapması gereklidir.
Ayrıca Medresetüz Zehra konusunda yapılan çalışmalar; kamuoyuna yeterli bir şekilde duyurulmamaktadır. Meydan boş olunca bir çok insan Bediüzzaman’ın hayal ettiğinden çok farklı bir yüksekokul düşünebilmektedir. Hâlbuki bu konu geniş bir çerçevede ele alınarak tartışılmaya muhtaçtır.
Son olarak şu husus dile getirilebilir. Medresetüz Zehra konusunda seminer değil konferanslar düzenlenmelidir. Bediüzzaman’ın ne demek istediğini ve vefatına kadar kurulması için mücadele ettiği bu okulun çok daha fazla ilgiye ihtiyacı vardır, vesselam…