AKUT’un yedi kurucusundan biri. Sonra öne çıktı. Sonra kendi siyaseti için sırtına bindi AKUT’un. “Ben varsam AKUT vardır.” a kadar yol katetti. Arkadaşları yani AKUT’un görünmez kahramanları, onu zarif biçimde derneğin sırtından indirdi. Asaletlerinin gereği; ardından tek söz etmediler. Hâlâ da etmiyorlar.
Onda, kara çalmanın bini bir para. En kolay suçlaması: ‘iktidar yanlısı!’ Bunun komik kaçtığını anladığında “proAKPartili” diyor! Daha da komik oluyor. Kendi distopyasında yaşıyor olmalı ya da ‘2054 yılında geçen ‘Azınlık Raporu’ filminin etkisinde…
‘Mekânın sahibi’, o hisle yaşıyor. “Mekân” dediği; yerine göre sokağı, yerine göre semti, İstanbul ya da bütün memleket…
“Halk arasında korku, panik ve endişe yaratacak şekilde kamu düzenini ve iç ve dış huzuru bozacak yalan haber paylaşmak” suçlamasıyla, tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildi ve tutuklandı.
Evine polislerin gelmesini anlatırken “Bugüne kadar hiç böyle bir şey görmemiş sokağımızda.” dedi. Ne kadar steril bir hayatı olduğunu anladık. Etiler’de bin metrekare bir malikânede yaşıyormuş. “Doğma büyüme bu adresteyim.” diyor.
“Biricik Türkiye’miz.”, “Kendi biricik vatanımız.” derken, “Vatanımızı kimse elimizden alamaz.” derken, üyeliği büyük büyük dedesinden kalan kulübün Türkiye’sinden söz ediyor.
Beşiktaş Belediyesi’ne bağımsız başkan adayı oldu. “Türban, bir siyasal İslam ve emperyalizm sembolüdür.” diyerek yerel seçim kampanyası yaptı. Neresinden baksanız 28 Şubat günlerini çağrıştıran bir gericilikti.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sevgi Kılıç: "E türban takmayın o hâlde!” dedi. CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik de atışmaya dâhil oldu: “Neyse ki Türkiye Cumhuriyeti'nin hür kadınları ne giyeceklerini, nasıl yaşayacaklarını size sormuyor!”
%13 oy aldı.
Mesajlarından çıkan portresi
Muhalefet ettiklerine ancak işaret zamiri kullanarak “bunlar” diyerek hitap edebiliyor.
Diline doladığı sıfatlar: “Rezil”, “aşağılık”, “aptal”, “utanç verici”, “korkunç bela”, “vatan haini”…
Kendisini anlattığı mesajını, “ne mutlu bana” diyerek bitirmiş. Nasıl bir ruh hâli ise…
Hasan Cemal’e yazdığı mesajın ilk cümlesi: “Allah senin belanı versin.” Gerisini okumayalım.
Dikkat çekmek isteyen bir ergen gibi yazabilmiş: “Yunanistan, Türkiye ile 48 saat sürecek çok şiddetli bir baskın savaşa hazırlanıyor.”
Tehlikeyi ilk gören(!) olma ayrıcalığını kimseye vermemek için devam etmiş: “Başında Erdoğan'ın ve Bahçeli'nin olduğu hiçbir savaşı kazanamayız. Bu savaşa eğer girersek yenilmek için sokulacağız.” (…) “Milyonlarcamızın pisi pisine öleceğini, sakat kalacağını da asla unutmayın.”
Uyarılara doyamıyor: “Türk mahkemelerinde yargılanıp hesap vermesi gerekenlerin liderliğinde savaşa sadece aptallar girer.”
Geleceği karartmak için hayal gücünü sonuna kadar kullanıyor: “Sığınmacı kılığında ülkemize doldurulmuş belki yüz binlerce belki milyonlarca cihatçı teröristin harekete geçirilmesiyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir iç savaşla yıkılmaya mahkûm demektir.”
Egosundan başı döndüğü için olsa gerek; “Ben CHP’nin yerinde olsam” diyebiliyor.
“CHP, mevcut nüfus ve seçmen kayıtlarındaki sahtekârlıkları bulup temizlemeden herhangi bir seçimi asla kazanamaz.”
Seçimlere takıntısı var. Mesnetsiz, delilsiz yazıyor: “Denetlenmezlerse oylarımızı çalarlar, sahtesiyle değiştirirler ve seçimi yine yasa dışı kazanırlar. Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonu olur ve bu son en kötü kâbuslarınızda bile göremeyeceğiniz kadar korkunç olur.”
Koordinatları
Halkı anlama mesafesinde değil. Duyma konumunda bile değil. Kulağı kendi sesiyle dolu.
Küçük dağları yaratan, büyük dağlara tırmanan yüksek narsist. Dilruba’nın yıllar önce dağa tırmananı, dağ kurnazı. Kitap tozu yutmadan protein tozu ile kitap yazmış.
Dağları anlatmak için başladığı kitabında kendisinden dağlara sıra gelmemiş.
Bir kere zirveye tırmanınca zirveden her hakkı kendisine yakıştırarak dönmüş. O günden bu yana, motivasyon konuşmacısı, yazar, kanaat önderi, kıymeti bilinmese de siyasetçi…
Kılık kıyafetle hâlen sorunu var. Evet hâlen…
Göçmenlerin, daha doğrusu milyonlarca yabancı askerin(!) kan dökmeye geldiğinden, gelmeye devam ettiğinden söz ediyor. Sınırdaki askerlere, ‘vur emri’ verilmesinden yana.
Mükemmelliğini eksilttiğini düşündüğünden olsa gerek, açılan alnına saç ektirmiş, fena da olmamış.
Seveninin çok olması doğal çünkü onu tanımayanlar seviyor.
İktidarın değişmesini, Afet İşleri Bakanlığı’nın kurulmasını ve bakan olmayı bekliyor.
Bence
Son mesajlarında Yüksek Seçim Kurulu üyelerinin vatana ihanetten yargılanmasından, iş birlikçilikten, ihanetten ve aptallıktan söz ediyor.
Savunmaya çalışanlar, “YSK’ya güvenmemek suç mudur?” diye soruyorlar. Aynı twitleri mi konuşuyoruz acaba? “İktidar ve YSK bir kez daha seçimleri çalmak için tezgâh kuruyor.” demek bu anlama mı geliyor? Tüm seçimlerimizi yasa dışı ilan etmeye, karalamaya, kirletmeye yönelik sözler bu kadar masum özetlenebilir mi?
Biliyorum hukuk böyle işlemiyor, yani savcılar, hâkimler görevlerini yapıyor, yasaları uyguluyorlar. Ancak ben, ciddiye alınmasından, tutuklanmasından, yargılanmasından yana değilim.
Büyük egosu onu tutuklamış bir kere.
Bana sorarsanız bırakın gitsin!