Delaware eyaleti, ABD’nin Kuzeydoğusunda yer alan bir eyalettir. 1787 yılında ABD anayasasını diğer eyaletlerden önce kabul ettiği için “Birinci Eyalet” olma özelliğine sahiptir. Güya Ay’a giden Amerikalı astronotların uzay giysileri işte burada yani Delaware’de yapılmıştır.

Türkçede alavere-dalavere tamlaması insanları sahtekârlık yaparak aldatma işlemine denmektedir. İşte ABD’nin bu birinci eyaleti bahse konu ülkeye aynı ismin verilmesine neden olmuştur.

Dünyanın en büyük dalaveresi “İnsanlı Ay Yolculuğu” ikinci en büyük sahtekârlığı ise “11 Eylül 2001” saldırısıdır. Öyle ki bu saldırıdan sonra dünya üzerindeki dengeler yeniden ABD lehine değişmiş dünyanın altı üstüne gelerek her yer kan gölüne dönmüştür. Şüphesiz yapılan sahtekarlıkların Hollywood filmlerindeki gibi mükemmel bir şekilde gerçekleştirilmesi ABD adına çok büyük bir başarı insanlık adına ise utanç verici bir durumdur.

George W. Bush 11 Eylül saldırısı akşamı yazdığı notlara “21. Yüzyıl’ın Pearl Harbour’u” olarak kayıt düşmüştü. Gerçekten de savaş çıkarmak, kan dökmek ve zarar eden silah fabrikalarını kurtarmak için böylesine insanlık dışı bir saldırı gerçekleştirmek ABD’nin şanına yakışır bir tutumdur.

Nitekim ambargolarla inim inim inleyen Japonya’yı savaşa sokmak ve savaşmak istemeyen Amerikan kamuoyunu etkilemek için bilerek Pearl Harbour baskınına göz yumulmuştu. Baskında uçak gemileri üsten uzaklaştırılmış savaşamayacak derecede eskiyen ağır zırhlı gemiler hedef haline getirilmişti.

Sonunda savaş çığırtkanlarına gün doğmuş ve ABD tekrar dünya savaşına katılmıştı. Hâlbuki Birinci Dünya savaşında hiçbir şey elde edemeden bir milyona yakın kayıp vermişlerdi. Halk; “Avrupalılar birbirini yesin, bize ne!” diyordu.

İşte 11 Eylül saldırının nedeni de aynı anlayıştır. Ortadoğu’yu ve enerji yollarını kontrol etmek maksadı ile askeri güç kullanmanın önünü açmak gerekiyordu. Saldırıdan hemen sonra Afganistan ve Irak, ABD ve müttefikleri tarafından işgal edilerek petrol ve enerji üzerindeki ABD menfaatleri korunmaya çalışıldı.

Hâlbuki saldırı öncesinde Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte soğuk savaş süreci sona ermiş silah fabrikaları büyük bir krize girmişti. Çünkü artık ortada güya Batıyı işgal etmeye hazırlanan bir “Varşova Paktı” yoktu. Ülkeler silah yerine altyapı yatırımlarına hız vermiş silah tacirlerine acilen “savaş” gerekmişti.

Yeni düşmanı bulmakta da hiç güçlük çekmediler. Zira daha henüz Batı’nın sömürgeciliğinden kurtulmuş İslam ülkeleri, hedef için hazırdı. Ortadoğu diktatörlerini “kimyasal silah ürettiği” suçlaması ve Usame bin Ladin gibi kişileri yetiştirerek 11 Eylül saldırısını gerçekleştirdikleri bahanesi ile bombalamaya başladılar.

ABD Başkanı George W. Bush, açıkça bir Haçlı saldırısı (Crusade) başladığını açıklamıştı. Yani gizlemeye bile gerek duymadan hedefini gösterme pervasızlığı içindeydi. Üslüp olarak küstahlık konusunda şimdiki Trump’tan pek de farklı görünmüyordu. Biraz zeka seviyesi kıttı o kadar. Onlara göre ABD menfaatleri için çok masum kanı akıtılmalıydı.

Her şey açıkça ve insanların gözünün içine bakılarak, hayasızca yapılmıştı. Batı felsefesinin ve materyalizmin tapındığı “güçlü olan haklıdır” anlayışı yeniden ortaya çıkmıştı. Eğer sen ABD gibi güçlü bir ülke isen; masum sivil insanları acımasızca öldürüp katledebilirsin. Zira kuvvetli olan haklıdır. İşte Batılı ülkelere göre mesele bu kadar basittir.

Zulmün bir gün son bulacağı gerçeği ve İslam’ın “istikbalde en yüksek gür ses” olacağının en açık delili; işte bu anlayıştır. Çünkü İslam’a göre kuvvetli olan haklı değil; haklı olan kuvvetlidir. İslam hukukuna göre her insan; makamı, rütbesi, şanı ve şerefine bakılmaksızın, hukuk önünde eşittir. Bu nedenle güçsüz olsa bile insan haklı ise karşısında kim olursa olsun ondan hakkını alabilmektedir.