Bu iğrenç hikâye iyice alkol almış komutanın sesini arttırması ile bir müddet daha devam etti. Öyle ki; yan masalardan komutanın sesi duyulup tepki çekmeye başlamıştı. Sonunda Çarkçıbaşı Ümit Yüzbaşı araya girerek “Komutanım Vehbi çok iyi bir subaydır, onu bu seferlik mazur görün” şeklinde ortalığı yatıştırmaya çalışmıştı. Sonunda Komutan “insafa gelerek” sesini kesmişti. Bundan sonra bir daha gemi yemeklerine asla çağrılmadım ve katılmadım.
Maalesef yıllar boyu dindar ve inançlı subaylar “içki testi” adı verilen bir uygulamadan geçirilerek alkole karşı olan hassasiyetlerinden vazgeçirilmeye çalışılıyordu. Bu sayede gayrimüslim azınlıkların biz gerçek Türklere dayattığı türlü türlü baskılar sonuç veriyor her 8 ile 10 yıl arasında kesintisiz bir darbe süreci yaşanıyordu.
İnşallah bu süreç 15 Temmuz 2016 FETÖ darbesi ile son bulmuş oldu. Bundan sonra hiçbir subaya “Niçin içki içmiyorsun?” gibi bir baskı yapılmadığını umut ediyorum.
Benim yaşadığım bu olay ülkemizde farklı ve değişik şekillerde devam etmişti. Türk ve Müslümanlara yapılan baskı ile ilgili olarak bir iki örnek daha vermekte yarar vardır:
Stalin’in zulmünden kaçarak sınırlarımızdan ülkemize sığınan 146 Azeri Türk’ün hazin hikâyesine de yer vermek gerekiyor. Aslında onlar, sığındıkları Türk yurduna ve Türk kardeşlerinin kendilerine sahip çıkma hususunda hiçbir tereddüt taşımıyorlardı. Öyle ya; Türk ve Müslüman’dılar, dahası insandılar.
Fakat bu gerçek Türk kardeşlerimizin yakarışlarına rağmen sağır olan tek partili bir yönetim vardı. Ankara’dan “ret” cevabı almışlardı. Bu kardeşlerimiz “Ne olursunuz bizi o azılı düşmanlara teslim etmeyin, gerekirse bizi siz öldürün. Hiç olmazsa kendi vatanımızda, kendi bayrağımızın altında ölmüş oluruz!” deseler de, gerçekten de acımasız ve sağır olan insanlar vardı.
Karakol komutanı içi kan ağlaya ağlaya 146 sığınmacıyı yeniden Sovyet Rusya’sına, teslim etmek zorunda kalmıştır. Ruslara teslim Olan 146 Türk evladı, hemen elleri ayakları bağlanarak oracıkta, askerlerimizin gözleri önünde kurşuna dizilerek öldürülürler!
İşte 1944’te İsmet İnönü’nün emriyle Türkleri götüren bir memurun köprünün hemen ardında gerçekleştirilen bu katliamı gördükten sonra akli dengesini yitirdiği ve akıl hastanesinde vefat ettiği söylenmektedir. Anavatanında ihanete uğramış bu Türklerin ve yakınlarının söylediği ağıtlar kalır geriye:
“Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı, / Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası./ Karası, karası, merhamet fukarası,/ Karası, karası, merhamet fukarası,
Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni,/ Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni./ Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine,/ Beni siz vursaydınız, şu gâvurun yerine”.
Bir hikâyeyi de Türklerin en önemli Saltanat ailesinden Osmanlı hanedan ailesinden verelim:
Sultan Abdülmecid’in kızı ve Sultan Abdülhamid’in kız kardeşi Seniha Sultan, sürgün kararı ertesi Cumhurbaşkanı’na telgraf gönderir.
“78 yaşındayım. Odadan bile çıkmak iktidarına mâlik bulunmadığımdan karar-ı ahire tebaiyet maddeten imkân haricindedir. Hayattan artık bir nasibi kalmamış olan benim gibi bir ihtiyarın takarrüp eden son günlerini odasında geçirmeye müsaade buyurmanızı istirham eylerim. Seniha Binti Abdülmecid”
Fakat Seniha Sultan’ın talebi dikkate alınmamış ve bu soylu Türk hanedan ailesi Türkiye’den sınır dışı edilmiştir.